ABD'de 35 yılla yargılanan Türk işadamı konuştu: Gülen’i kaçırma planı yapıldı mı, 530 Bin Doları kim verdi?
ABD Başkanı Donald Trump'ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn'in yargılandığı davada bir Türk işadamı yer alıyor.
- | Son Güncelleme:
- | Patronlar TV
ABD Başkanı Donald Trump'ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn'in yargılandığı davada bir Türk işadamı yer alıyor.
Flynn'in eski iş ortağı Ekim Alptekin, Türk hükümeti adına Fethullah Gülen'in iadesi için "komplo kurmak" ve "yabancı bir devlet adına kayıt dışı temsilci olarak hareket etmek" ile suçlanıyor.
İş adamı Ekim Alptekin'e yönelik bir diğer suçlama ise FBI'a "yalan beyanda bulunmak".
İddianamede; Michael Flynn, Bijan Rafiekian ve Ekim Alptekin'in birlikte bir danışmanlık şirketini yönettikleri, Fethullah Gülen'i itibarsızlaştırarak onun Türkiye'ye iadesini sağlamak istedikleri ve Türkiye'nin bu lobicilik faaliyetlerindeki rolünü gizledikleri belirtiliyor. Ekim Alptekin, Michael Flynn'a 530 bin doları niçin vermiş?
İddianamede terörist başı Gülen “hayırsever”, “imam” ve “yazar” olarak tanımlanması dikkat çekmişti.
Habertürk'ten Kübra Par, eski Türkiye Amerikan İş Konseyi (TAİK) Başkanı Ekim Alptekin ile konuştu. ABD'de hakkında açılan davada 35 yıl hapsi istenen Alptekin, iddiaları anlattı ve kendisini savundu. Alptekin, "Amerika’da 28 Şubat benzeri bir süreç var. Statüko Trump’ın seçileceğine ihtimal vermiyordu" ifadelerini kullandı.
İşte Kübra Par'ın Ekim Alptekin röportajı...
Öncelikle şunu söylemeliyim, az sonra okuyacaklarınız bir polisiye film hikâyesi değil ama benim bugüne kadar yaptığım en ilginç röportajlardan biri.
Olaylar biraz karışık, önce basitçe anlatayım...
Türkiye kamuoyunda fazla yer bulmasa da ABD’de Hakan Atilla davasına benzer ikinci bir dava süreci daha var.
Davanın sanıkları Türkiye Amerikan İş Konseyi (TAİK) eski başkanı iş adamı Ekim Alptekin ve İran kökenli iş adamı Bijan Kian...
İddia o ki, Ekim Alptekin, Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ile bir anlaşma yaparak ABD’de Fethullah Gülen’in aleyhine yazılar yazılması ve FETÖ’nün oradaki çalışmalarının ortaya çıkarılması için araştırma yapmasını istedi. Bu kapsamda Alptekin’in Hollanda merkezli Inovo BV adlı bir şirketi Flynn Intel Group’a 530 bin dolar ödeme yaptı.
Savcı, Ekim Alptekin ve Flynn’in ortağı Bijan Kian’ın bu çalışmaları Türkiye hükümeti adına yaptığını, finansmanını da Türkiye devletinden aldığını öne sürüyor, resmi lobicilik kaydı yapılmadığı için de bunun suç olduğunu iddia ediyor. Ayrıca Eski FBI ajanı Brian McCauley, Ekim Alptekin’in kendisine Gülen aleyhine sahte delil yerleştirmesini teklif ettiğini söylüyor. Ekim Alptekin sessizliğini bozdu: O toplantıda Fethullah Gülen'in kaçırılması konuşuldu mu?
İddialar bununla da sınırlı değil.
Eski CIA Başkanı James Woolsey, Ekim Alptekin’in Türkiye’den iki bakanı, ABD’de Michael Flynn ve kendisiyle buluşturduğunu ve o görüşmede Fethullah Gülen’in ABD’den kaçırılması için plan yapıldığını öne sürüyor.
Bu dava süreciyle ilgili geçen hafta önemli bir gelişme yaşandı. Ekim Alptekin’in ortağı Bijan Kian’ın yargılanması sona erdi, Kian Türkiye adına yasa dışı şekilde lobi faaliyeti gerçekleştirmekten suçlu bulundu. Ne kadar ceza alacağı 18 Ekim’de belli olacak.
Ekim Alptekin Türkiye’de olduğu için yargılanmadı ama savcı onun için 35 yıl istiyor. ABD’ye giderse yahut Interpol yurtdışında yakalayacak olursa tutuklanacak.
Bugüne kadar bu sürecin detaylarına dair hiçbir röportaj vermeyen Ekim Alptekin’i konuşmaya ikna ettim ve tüm iddiaları tek tek sordum.
Röportajda ayrıca Ekim Alptekin’in kim olduğunu, bir memur çocuğu iken iş hayatında nasıl bu kadar yükseldiğini ve tüm bu grift ilişkilerin ortasında neden onun olduğunu da okuyacaksınız.
Başlayalım...
"35 YILLA YARGILANACAĞIM"
Ekim Bey, ABD’de hakkınızda bir iddianame var. Neyle suçlanıyorsunuz? Dava sürecini en baştan anlatır mısınız?
Bijan Kian ve ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına Fethullah Gülen’in iadesi için bir komplo kurmak ve kayıtsız biçimde lobi yapmaktan suçlanıyoruz . Amerika’da kayıt kanunları var; yabancı bir devlet için lobicilik faaliyetinde bulunacaksanız şeffaflık gereği bunları kaydettirmeniz gerekiyor. Amerikan kamuoyunun bilgilenme hakkı açısından böyle bir kayıt sorumluluğu var. Bu iki suç dışında benim bir de FBI’a dört kere yalan söylediğim iddia ediliyor. Savcı her yalan için de 5 yıl istiyor. Böylece Bijan için 15 yıl istenirken benimki 35 yıl oluyor.
Filmi biraz başa saralım: Aslında bütün bu hikâye Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Emekli General Michael Flynn ile sizin şirketiniz ve Bijan Kian arasındaki ilişkiler sonucu ortaya çıktı. Bijan Kian kimdir? Sizin nasıl bir ilişkiniz var? Özel savcılar Flynn soruşturmasında adı geçen Ekim Alptekin'i araştırıyor...
Bijan Kian ben tanıdığımda Exim Bankası’nda (Export-Import Bank) yönetim kurulu üyesiydi. Exim Bank’ın yönetim kurulu üyeleri ABD Başkanı tarafından atanıyor. Yanlış hatırlamıyorsam bir dönem Bush, bir dönem de Obama tarafından atandı. Daha sonra Exim Bankası’ndan emekli oldu ve benim havacılık şirketimde kısa bir süre boyunca başkan yardımcılığı yaptı. Bu vesileyle görüşüyorduk. Ailecek de görüşüyorduk; eşlerimiz tanışıyor, çocuklarını tanıyorum. Dava süreci başlayana kadar sürekli iletişim halinde olduğum bir ilişkim vardı.
Michael Flynn’le ne zaman tanıştınız, niye bir araya geldiniz?
Michael Flynn’le beni Bijan tanıştırdı. Onların Flynn Intel Group adlı ortak bir araştırma şirketi vardı. İkisi de Trump kampanyasında bazı görevler üstlenmişlerdi. Flynn kampanya süreci boyunca bir nevi milli güvenlik danışmanı olarak çalışıyordu, Bijan Kian da geçiş hükümetinde istihbarattan sorumlu üyeydi. Darbeden hemen sonra Flynn’in darbeyle ilgili o akşam yaptığı açıklamaları duydum. O açıklamalar gerçekle örtüşmüyordu.
“Türkiye’de Kemalist ordu İslamcıları yeniyor” gibi darbeyi destekleyen korkunç bir açıklama yapmıştı Flynn, değil mi?
Oradan anladığımız şey Michael Flynn’in o akşam sahneye çıkmadan önce NATO’dan tanıdığı Türk subayların kendisini aradığı ve yalan söylediğiydi. “Erdoğan artık gizli ajandasını uygulamaya başlayacak, NATO’dan çıkacak” gibi saçma sapan iddialarla adamın kafasını karıştırıyorlar, o da sahneye çıkıp böyle hatalı bir söylemde bulunuyor. Ben de bu söylemle ilgili sitemlerimi iletmek üzere Bijan’la konuşuyordum. Zaten kısa süre sonra o bana döndü.
Bijan’la Michael Flynn eskiden beri tanışıyorlar mı?
Onların tam nereden tanıştıklarını bilmiyorum ama ortak bir şirketleri olduğunu biliyorum. Bijan’la sürekli konuştuğum için Michael Flynn’le böyle bir ortaklığı olduğunu ve bunun bir araştırma şirketi olduğunu biliyordum. 15 Temmuz akşamının heyecanını atlattıktan sonra Bijan’la tekrar görüştüğümüzde, Flynn’in kendisinin de bunun hatalı bir yorum olduğunun bilincinde olduğunu söyledi. Başka Türk arkadaşlarıyla da görüşüp işin aslını öğrenmiş ve açıkçası çok endişelenmiş. NATO’nun ikinci ordusunun böyle bir örgüt tarafından bir nevi ele geçirilmiş olması ve darbeye teşebbüs edecek kadar cesaretlenmiş olmaları, bunun bölgeye olası etkileri gibi düşüncelere kafa yormaya başlamış. Buradan da yola çıkarak ne yapabileceğimizi onlarla konuştum, “Bizden bağımsız bazı araştırma imkânlarınız var” dedim. Bizim söylemlerimiz Amerika’da satın alınmıyor. Darbeden önce de bu malum yapının ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmak için kolları sıvamıştık ama Amerikan kamuoyu nezdinde başarılı olamamıştık. Amerikalıların kendi güvendikleri kişiler tarafından yapılan bir araştırmaya daha farklı bakıp bakmayacakları aklıma geldi. Flynn araştırma grubuna FETÖ’nün Amerika’daki faaliyetlerinin, dünyadaki çalışmalarının, hangi uzantılarla kimlerle ilişki içinde olduklarının, bir suçu unsurunun söz konusu olup olmadığının Türkiye’den bağımsız olarak araştırmasını yaptırıp Amerikan kamuoyuna FETÖ’nün gerçek yüzünü göstermek gibi bir düşüncemiz oluştu.
Benim asıl niyetim baştan beri Türk hükümetinin böyle bir çalışma yapmasıydı. Türk tarafında da ilgili yetkililerle görüşüp kendilerine Flynn grubundan bahsettim. O dönem onlar da olağanüstü bir yoğunluk içindeydi. Ama bu düşüncelerin hepsini değerlendiriyorlardı ve bana da sıcak baktıklarını söylediler.
Türkiye’den kiminle görüştünüz?
TAİK başkanı olarak bizim bu tür ikili ilişkilerde muhatabımız Dışişleri Bakanlığı. Oradaki yetkililerle görüştük. Mevlüt Bey’le de görüştük, o da bizi motive etti ve bu tarz angajmanları desteklediğini söyledi.
Amaç neydi? Pratikte ne yapmak istediniz?
Amacımız FETÖ hakkında bildiklerimizi Amerika’da bizim anlatmamız yerine, Michael Flynn gibi, Bijan Kian gibi Amerika’da araştırma kredibilitesi yüksek insanlar tarafından yapılan bağımsız araştırmaların sonuçlarını Amerikan kamuoyuyla paylaşmaktı.
Yani bir araştırma şirketine FETÖ hakkında araştırma yaptırmak istediniz…
Evet. Bir Amerikan şirketi olarak yabancı bir şahıs ya da kurum için lobicilik yapacaksanız bunu kaydettirmeniz gerekiyor. Bunun için iki kayıt yasası var: Birincisi şahıslar ve özel sektör için geçerli olan Lobicilik Kayıt Yasası (LDA). Diğeri de FARA dediğimiz, artık dünyaca ünlü olan Yabancı Ajan Kayıt Yasası. FARA, devlet ya da devlet uzantıları için çalışıyorsanız yapılması gereken bir kayıt. O çerçevede Flynn Grubu bu çalışmamızı LDA kapsamında kaydettirdi. Neticede ben bir devlet görevlisi değilim.
Sizin Hollanda merkezli Inovo BV adlı şirketiniz ile Flynn Intel Group arasında nasıl bir anlaşma yaptınız?
Araştırma ağırlıklı bir sözleşmeydi, lobi ve PR boyutunu da daha sonra ekledik. Amaç 3 aylık bir araştırma yapmaktı, ancak Flynn grubundaki arkadaşlar, “Biz bu araştırma verilerini paylaşacağız; belki bir savcıya belki bir milletvekiline ileteceğiz. Bu lobicilik olarak algılanabilir, o yüzden şeffaflık gereği biz yine de kaydımızı yaptıralım” dediler. Zaten kayıt sorumluluğu da Amerikan tarafındadır; müşteri olarak benim bu konuda bir iradem söz konusu olamaz. Türk devleti olarak algılanmak istemediğim için FARA kaydına karşıydım.
"ASIL AMACIM DEVLETİN DOĞRUDAN FLYNN GRUBUYLA ÇALIŞMA YAPMASINI SAĞLAMAKTI AMA OLMADI"
"O dönemde Mevlüt Çavuşoğlu’yla görüştük, o da destekledi” dediniz. Flynn’in şirketiyle anlaşmanızı devlet yetkilileri istedi mi, istemedi mi?
Hayır, bana “Git, yap” demediler. O günün ruhunu hatırlarsanız gerçekten bir milli seferberlik vardı. Siz de bir işadamı olarak böyle hassas bir konuda bir şeyler yapmak istiyorsanız bunu ilgili yetkililerle istişare etme ihtiyacı hissediyorsunuz. Dediğim gibi asıl amacım devleti doğrudan Flynn grubuyla buluşturmak, onların böyle bir çalışmayı yapmasını sağlamaktı ama olmadı.
“Amacım tam da suçlandığım şeydi” diyorsunuz.
Bu suç değil; bunu gizlemek suç. Savcılık makamının iddiası, bunu gizlemek için ön planda benim göründüğüm. Fakat bu gerçekten Türkiye’nin davranış şekliyle örtüşmüyor. Türk devleti bugüne kadar bu şekilde birçok şirketle çalışmış ve gizleme ihtiyacı duymamış, neden birden böyle bir ihtiyaç hissetsin?
Peki, Flynn’in şirketiyle yaptığınız anlaşmanın maddelerinde neler vardı?
İnanın internette olan bir sözleşme, iki yıldır da bakmadım. Ama temel kapsamı, Türk Amerikan ilişkilerini olumsuz etkileyen konuları araştırmak ve Fethullah Gülen örgütünün ve onun uzantılarının Amerika’daki bağlantılarını ortaya çıkarmak, örgütün orada farklı yapılar üzerinden gizlediği bazı çalışmalarını ve söz konusu kanun ihlalleri varsa bunları ortaya çıkarmaktı. Aldığınız verileri bir noktada bir milletvekiline yolladığınız an, o karar vericinin politikalarını değiştirme gibi bir niyetiniz algılanır diye, “Bu lobicilik kapsamına girebilir, ne olur ne olmaz kaydımız yaptıralım” dediler. Daha sonra bu çalışma sanki Türk devleti tarafından yapılıyormuş gibi FETÖ merkezli haberler çıkınca ABD Adalet Bakanlığı, “Biz sizin FARA altında kaydetmenizi istiyoruz” dedi. Ben de neden FARA olmasını istediklerini sordum. Neticede karşı taraf Türk hükümeti değil, Inovo. Türk hükümetiyle belli bir koordinasyon vardı denebilir belki ama yalnızca bilgi verme amaçlı; FARA yasası kapsamına giren yönlendirme ve kontrol söz konusu değildi.
"FLYNN’E ÖDEDİĞİM 530 BİN DOLARI KENDİ CEBİMDEN KARŞILADIM"
Sizin bir yazışmanız iddianameye girdi. Flynn’e yazdığınız bir mailde, “Bugün Ankara’da bazı görüşmeler yaptım. Sözleşmemizin gizliliği, bütçesi ve kapsamının tartışılması konusunda bana yeşil ışık yakıldı” diyorsunuz.
Evet, doğru.
Bu ne anlama geliyor?
O dönemde Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etmeye çalışıyordum. Bu yönde, “Ben böyle bir görüşme yapacağım, sizin için uygun mu?” diye gidip oradan onay alıyorsunuz. “Uygun, siz bunu belli bir yere kadar taşıyın. Böyle bir şeye prensipte sıcak bakıyoruz” dediler. Orada “yeşil ışık”tan kasıt prensipte sıcak bakılmasıydı. Ama nihayetinde Türk hükümeti bu şirketle anlaşmadı.
Neden anlaşmadı?
Zaman yoktu. Flynn grubu Trump kampanyasında da aktif rol aldığı için Ağustos’ta başlamak istiyordu. Çünkü Ağustos, Eylül, Ekim derken Amerikan seçimi olacaktı. Daha kısa bir çalışma yapmanın da bir anlamı yoktu. Flynn tarafı, “En az 3 ay çalışmamız lazım ki yaptığımız işin bir değeri olsun” dedi. Ben de hemfikirdim ve o günlerde, yani darbeden 1 ay sonra devleti dahil etmeyi organize edemedik.
Tekrar soruyorum; Flynn’e ödediğiniz 530 bin doların herhangi bir bölümünü yahut tamamını Türkiye Hükümeti’nden aldınız mı?
Hayır.
Tamamen kendi cebinizden mi ödediniz?
Evet, zaten şahsi hesabımdan ödedim.
Nasıl finanse ettiniz?
Buradaki kendi işlerimden finanse ettim.
“530 bin dolar benim için önemsiz bir rakam, devletime feda olsun” mu dediniz?
Açıkçası önemsiz bir rakam değil ama o günkü iş büyüklüğümde eritebildiğim bir rakamdı.
Amerika’da seçimlerin yapıldığı gün The Hill adlı web sitesinde Michael Flynn’in Fethullah Gülen ve FETÖ aleyhinde Türkiye’nin savlarının desteklenmesi gerektiğini anlattığı bir makalesi yayınlandı. Bu makalenin yazılması, sizin Flynn’in şirketiyle yaptığınız anlaşma neticesinde mi gerçekleşti?
Öyle tanımlayabilirsiniz belki ama benim sipariş ettiğim bir şey değildi. Flynn, Inovo’yla çalışma çerçevesinde bazı şeyleri öğrenmemiş olsaydı, belki o yazıyı hiç yazmazdı. Yani ben o yazının yazılmasını söylemedim. Zaten yayınlanmadan bir iki gün önce bana yollandığında da bazı noktalara itiraz ettim. Ancak Bijan bana, “Komutanın fikirleri bunlar” dedi.
Yani sipariş edilmiş bir makale değil miydi?
Kesinlikle değildi.
Peki, makalenin yazılmasında Türkiye’deki yetkililerin payı var mıydı? Onların isteği yahut kontrolü oldu mu?
Kesinlikle yoktu. Savcılık böyle iddia ediyor ama bu hiçbir ispatla desteklenmiyor. Madem koskoca Amerikan devleti o bazı mesajları bulabildi, o zaman bu yazının Türk yetkililerine gidip geldiğini de herhalde ispatlayabilirdi. Bu yazıyı ne büyükelçilik yetkilileriyle ne de Türkiye’de herhangi bir kamu görevlisiyle paylaşmadım. Nitekim o yazıda özellikle sakıncalı bulduğum bir ifade vardı. Düzeltilmesi gerektiğine dair düşüncemi paylaştım, ancak kabul etmediler, “Bu bizim görüşümüz, biz bunu böyle yazacağız” dediler. Makalenin yayınlanması Inovo adına yapılmış bir şey olsaydı, yani müşteri ben olsaydım, herhalde o cümleye müdahale edebilirdim.
Neydi o ifade?
Fethullah Gülen terör örgütünü Müslüman Kardeşler’le karşılaştıran bir ifadeydi. Bu iki örgütü de tanıyan insanların itiraz edeceği bir şeydi.
Normalde Türkiye Hükümeti’nin isteyeceği bir şey değil.
Evet, Türk Hükümeti’nin zaten hiç isteyeceği bir şey değil ama benim de bildiğim gerçeklerle örtüşmeyen bir şey.
Türkiye’deki yetkililer Michael Flynn’in makalesini çıkınca mı gördüler, yoksa siz onlara böyle bir makalenin yayınlanacağını söylemiş miydiniz?
Tek bir Türk yetkilisi o makaleyi yayınlanmadan önce görmedi.
Bir de Fethullah Gülen aleyhinde bir belgesel sipariş ediyorsunuz, doğru mu?
Hayır, onu da ben sipariş etmedim. Baştan beri bu işin araştırma boyutuyla ilgiliydim. Ancak Flynn grubu tarafındaki kişiler de benim itibar ettiğim kişiler. Özellikle Bijan böyle bir belgeselin yapılması gerektiğine inanıyordu. “Bu araştırmayı yapıyoruz ama bunun bazı verilerini de vakit kaybetmeden bir belgesele çevirmekte fayda var” diyordu. Ben de buna “Tamam” dedim ama ortada böyle bir belgesel yok.
Hiç yapılmadı mı, yoksa yapıldı ve paylaşılmadı mı?
Bitirilmedi ve paylaşılmadı.
Gulenopoly adını taşıyan bir bilgisayar oyunu yaptırdığınız doğru mu?
Bunu da şirketteki araştırmacı çocuklar espri olsun diye yapmış. Bunun için kim para öder? Bugün bile hâlâ tam olarak kimin yaptığını bilmiyorum. Benim sipariş ettiğim veya kullandığım bir şey değil. Sadece Twitter’da görünce paylaştım.
"İKİ BAKAN VE FLYNN ARASINDAKİ GÖRÜŞMEDE FETHULLAH GÜLEN’İ KAÇIRMANIN ESPRİSİ BİLE YAPILMADI"
İddialar bunlarla sınırlı değil; 19 Eylül 2016’da New York’ta Flynn ve Bijan Kian’la birlikte Türk Hükümeti’nden iki bakanla görüşme yaptığınız söyleniyor. CIA eski başkanı James Woolsey, o görüşmede Fethullah Gülen’in kaçırılması için bir plan yapıldığını ve bunun için de para teklif edildiğini iddia ediyor, bu doğru mu? Siz o görüşmede var mıydınız? Neler konuşuldu?
Deli saçması! Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için bir Türk heyeti New York’a gelmişti. Flynn grubundan kişilerin Trump’la birlikte New York’ta olduğunu biliyordum. Ben de TAİK başkanı olarak oradaydım ve hayırlı bir şey yapayım, Trump’ın danışmanlarıyla bizim yetkilileri bir araya getireyim dedim. İki tarafı da zor ikna ettim. Türk tarafına TAİK başkanı sıfatıyla, Amerikan tarafına da Inovo işbirliğimizin hatırıyla rica ettim. Bir araya geldiler ve jeopolitik görüşleri paylaştılar.
Bakanların daha önceden haberi yoktu ve bu görüşme BM toplantısına gittikten sonra orada mı şekillendi?
Evet. Orada birçok iddia var. Savcılığın o noktada beni ve orada bulunan kişileri takip ettiğini biliyorum. Bakanları koruyan Secret Service polisleri de vardı. Orada mutlaka bir ses kaydı alınmıştır. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki böyle (Fethullah Gülen’i kaçırma) bir konuşmanın esprisi bile yapılmadı.
Tekrar sorayım, o görüşmede Fethullah Gülen’in Amerika’dan kaçırılmasına dair herhangi bir konuşma geçti mi, geçmedi mi?
Kesinlikle geçmedi.
"ESKİ CIA BAŞKANI TRUMP’I UTANDIRMAK VE FLYNN’İN İSMİNİ LEKELEMEK İÇİN KUMPAS KURDU"
Ama eski CIA Başkanı James Woolsey daha sonra çıktı ve “O görüşmede ben de vardım. İki Türk bakan ve Michael Flynn, Fethullah Gülen’in kaçırılması için plan yaptı” dedi. Niye böyle bir iddia ortaya attı?
Bu görüşme eylül ayında gerçekleşti, ondan 7 ay sonra Woolsey, CNN’e ve Wall Street Journal’a bu iddiada bulundu. Eski bir CIA başkanı bir görüşmede kendi topraklarındaki bir operasyona dair böyle bir bilgi almış olsa basına açıklama yapmak için 7 ay bekler mi? Adam kaçırma gibi bir plan yapılıyor olsaydı, o zaman ben nasıl elimi kolumu sallayarak üç dört ay daha Amerika’da dolaştım? Neticede CIA başkanı bir savcıya ulaşıp böyle bir şey olduğundan bahsedemez miydi?
O yedi ayda ne oldu?
Bu kumpas planı daha sonra yapıldı.
Neden?
Ağırlıklı olarak Trump’ı utandırmak için olduğunu, yanı sıra da Flynn’in ismini lekelemek için yapıldığını düşünüyorum.
Woolsey bu iddiayı ortaya attığında Michael Flynn ulusal güvenlik danışmanlığı görevinde miydi?
İki ay önce ayrılmıştı. Ocak ayında Beyaz Saray’a girdiler; 20 gün sonra Flynn ayrıldı. Bundan iki ay sonra da Woolsey bu iddiayı ortaya attı. Kendisi, “Ben toplantının sonuna doğru geldim, böyle bir şey konuşulduğunu en son duydum. O nedenle detayları bilmiyorum” diyor ama Woolsey toplantı boyunca oradaydı. Biz aynı saatte girdik, aynı saatte çıktık. Söz konusu olan, iki tarafa da yakışan bir jeopolitik tartışmaydı. Zaten benim adıma tutulan bir toplantı odası vardı; gizli saklı bir şey yoktu, herkesin cep telefonu yanındaydı. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti üyeleri tanımadıkları adamlarla deli saçması bir plan konuşması yaparlar mı? Bu iddianın hiçbir gerçeklik payı yok, zaten savcı da bunu iddianamede kullanmıyor. Ama bizi kamuoyu nezdinde yargılamak için böyle bir iddia ortaya atıldı. Savcı bu iddiayı iddianameye eklemedi. Eğer ekleseydi Woolsey de tanık olarak çağırılacaktı ve sorgulanacaktı.
Peki, Woolsey’nin o görüşmede ne işi vardı? Onu kim davet etmişti?
Flynn tarafı davet etmişti.
Neden davet etmişti?
Woolsey, Flynn Intel Group’un yönetim kurulu üyesi.
O da şirketin bir parçası mı?
Şirket ortağı değilmiş ama Amerika’daki sistem bu şekilde çalışıyor; bazı şirketlerde fahri görev yaptığınız yönetim kurulu üyelikleri oluyor. Woolsey’nin de böyle bir görevi vardı.
"ESKİ CIA BAŞKANI KENDİSİYLE ÇALIŞMAM İÇİN
BANA 10 MİLYON DOLAR TEKLİF ETTİ"
Doğru anlamak için soracağım; eski CIA başkanı Woolsey, Flynn Intel Group’un yönetim kurulu üyesiydiama daha sonra Flynn aleyhine bazı açıklamaları oldu, bu da onlardan biriydi, değil mi?
Evet, çünkü Trump Woolsey’i danışmanlıktan attı. Size bir şey daha anlatayım. Gülen’i kaçırma planı yapıldığı iddia edilen toplantının ertesi günü ben Woolsey’le öğle yemeği yedim. Madem biz adam kaçırma planı yapacak kadar kötü insanlarız ve sen de buna şahit oldun, niye eşinle birlikte ertesi gün benimle yemek yiyorsun? Bunların hepsi ispatlanması mümkün şeyler ve savcının bunları ispatlaması çok kolay.
Peki, sonraki gün neden eski CIA başkanıyla yemek yediniz? O yemekte neler konuşuldu?
Onun derdi Flynn grubuyla değil kendisiyle çalışmamızdı. Çok daha yüksek bir rakam istedi.
Ne rakam teklif etti?
10 milyon dolar.
10 milyon dolar karşılığında size ne vaat etti?
Fethullah Gülen’in Amerikan kamuoyu nezdindeki yanlış algısını değiştirmek için, çok geniş bir araştırma sonucunda yoğun bir lobi çalışması gerçekleştirmeyi taahhüt etti.
Bunu ilk kez mi açıklıyorsunuz?
Evet, sanırım ilk kez.
The Daily Caller web sitesi de Ekim 2016’da Flynn’in İbrahim Kurtuluş ve Erdoğan’ın kuzeni olduğunu öne sürdüğü Hilal Mutlu’yla görüştüğünü iddia etti. Siz böyle bir görüşmeden haberdar mısınız?
Hayır, değilim.
Buna aracılık ettiniz mi?
Hayır, etmedim.
"FBI AJANI BRIAN MCCAULEY İLE BİRKAÇ DEFA GÖRÜŞTÜM"
Hillary Clinton’ın e-postalarıyla ilgili açılan soruşturmada kilit rol oynayan ve emekli olduktan sonra da Flynn’in şirketinde çalışmaya başlayan eski FBI Ajanı Brian McCauley’e danışmanlık ücreti adı altında 28 bin dolar ödeme yaptığınız, benzer şekilde Tuğamiral Paul Becker’a yine danışmanlık ücreti adı altında 7 bin 500 dolar ödediğiniz iddiası doğru mu?
Bu paralar Flynn grubu tarafından ödendi. Ben Flynn grubuna bir ödeme yaptım. Onlar da alt yüklenici olarak bu tarz araştırma kabiliyeti olan insanlarla çalışmış. Paul Becker’ı hatırlamıyorum. Brian McCauley’le birkaç defa görüştüm. Sonradan o da mahkemede savcılık adına tanıklık yaptı. Ortaya attığı iddia CIA başkanının iddiasından çok farklı değil. Sözde kendisine, “Madem Fethullah Gülen’le ilgili bir suç unsuruna rastlanmadı, o zaman delil yerleştirin” demişim. Tabii ki böyle bir konuşma hiç geçmedi. Geçmiş olsaydı ben anında tutuklanırdım; bir Türk vatandaşı olarak Amerika’ya gideceğim ve FBI başkan yardımcısına, “Fethullah Gülen’le ilgili sahte delil üretin” diyeceğim ve benimle ilgili hiçbir işlem yapılmayacak!
Peki siz McCauley’le ne görüştünüz?
Tabii ki Fethullah Gülen’i konuştuk. Kendisi de bana Fethullah Gülen’in çok tehlikeli olduğunu, birçok FBI soruşturmasının eyalet düzeyinde devam ettiğini anlattı. Mahkemede anlattığı diyalog gerçekle örtüşmüyor. Ben sözde ona bir suç unsuruna rastlayıp rastlamadığını sormuşum, o da “Hayır” demiş. Bu doğru değil; “Evet” dedi. Ondan sonra Brian McCauley’la yanlış hatırlamıyorsam en son Kasım ayının başında görüştüm. Daha sonra Şubat’a kadar Washington’daydım. Aylarca orada kaldım, neden yurtdışı yasağı konulmadı? Neden hakkımda herhangi bir işlem yapılmadı?
Peki, McCauley o dönemde sizden aldığı paraya karşılık ne yaptı?
Flynn grubunun araştırma görevlilerinden biriydi. Ortaya çıkan 600 sayfalık rapora katkıda bulunanlardan biriydi.
"ABD’DE 28 ŞUBAT BENZERİ BİR SÜREÇ VAR"
Ekim Bey, size daha açık bir soru sorayım. “Türkiye Hükümeti adına Flynn’in şirketine ödeme yapmadım yahut süreci direktif alarak yürütmedim” diyorsunuz. Eski CIA Başkanı Woolsey ve FBI ajanı McCauley’in hakkınızdaki iddialarını yalanlıyorsunuz. Peki bütün bunlara rağmen şu anda neden Bijan Kian suçlu bulundu ve neden sizinle ilgili bu kadar ağır suçlamalar var?
Amerika’da 28 Şubat benzeri bir süreç var. Statüko Trump’ın seçileceğine ihtimal vermiyordu. Daha sonra, “Acaba seçilir mi?” diye panik yaptı. Seçilince de “Nasıl kurtuluruz?” çabasına girişildi. 28 Şubat’a benzetmemin sebebi, Trump’ı kendi ülkelerinde milli güvenlik riski olarak görmeleri. İki üç yıldır Trump’la ilgili, “Amerika’ya karşı Rusya’yla işbirliği yaptı” gibi iddialar konuşuluyor. Şimdi de Türkiye’yle ilgili böyle bir iddia var. Ama bunlar ispatlanmadı. Nitekim Bijan’ın avukatları bu FBI ajanlarından birine, “Ekim Alptekin için ‘Dört kere yalan söyledi’ dediniz” diye sordular.
Yani siz FBI ajanına mı yalan söylemişsiniz?
Evet, yalan dedikleri de, “Bu parayı ben ödedim. Türk Hükümeti çalışanı değilim” gibi şeyler” Bijan’ın avukatları, “Yalan olduğunu iddia ettiğiniz ifadelerle ilgili herhangi bir araştırma yaptınız mı?” diye de sordular. FBI ajanı da “Hayır” dedi. Üstüne tekrar, “Bu adam parayı ben ödedim diyor, kendi hesabından yolladığına dair her belge var, bunun doğruluğunu hiç araştırmadınız mı?” diye sordular, “Evet” dedi. Demek ki bunlar önceden “Gerçek budur” diye karar vermiş, neye inanacakları önceden belirlenmiş. Açıkçası böyle bir dava bana çok mantıklı gelmiyor.
Siz bu süreçte para aldınız mı? “Flynn’in şirketiyle bütün süreci Türkiye yönetti. Ekim Alptekin de buradan komisyon aldı” iddiası var. Bu iddia doğru mu? Şirketinize geçen 40’ar bin dolarlık ödemeler olduğundan söz ediliyor.
Bu iddia doğru olsa paravan şirketten bir para ödenirdi, o şirketten de bana bir para gelirdi. Burada ben şahsi hesabımdan ana parayı ödemişim, zaten dolar bazında ödendiği için Amerikan sistemi de bu parayı görüyor. Sonra benim şirket hesabıma iki kere 40 bin dolar geri gelmiş. Bununla ilgili Bijan’ın, Flynn tarafının, herkesin söylemi bunun yapılmamış lobi faaliyetleriyle ilgili bir iade olduğu yönünde. Savcılık ise “Hepsi anlaşmış, aynı yalanı söylüyor” diyor. Ya hepimiz doğruyu söylüyorsak?
"HAKKIMDA YAKALAMA KARARI VAR"
Bugüne dönecek olursak, ortağınız Bijan Kian’ın davası sona erdi ve jüri kendisini suçlu buldu. Ne kadar cezaya çarptırıldı?
Savcının ceza isteği 15 yıl. Henüz hüküm duruşması olmadı. Jüri suçlu bulmasına rağmen hâkim duruşmayı Ekim ayına erteledi.
Sizinle ilgili iddianame var. ABD’ye giderseniz dava süreci mi başlayacak?
Evet, bu suçlarla ilgili gıyabımda yargılama olmadığı için henüz yargılanamadım.
Hakkınızda bir yakalama kararı var mı?
Evet, yakalama kararı var.
Baskı altında hissediyor musunuz?
Çok şükür kendi ülkemizdeyiz.
Aradan geçen sürede ABD’ye hiç gittiniz mi?
En son Aralık ayından önce gittim. Çünkü zaten Aralık’ta iddianame çıktı, ondan sonra gitseydim tutuklanırdım.
ABD sizin için hayal mi artık?
Ben aklanmak istiyorum. Gitmek ve orada kendimi savunmak isterim. Çünkü gıyabında yargılama olmadığı için söz hakkınız da olmuyor. Orada FBI başkan yardımcısı bu deli saçması iddiaları ortaya atarken benim avukatlarımın bir söz hakkı yoktu. Biz gerçekleri anlatamadık. Farklı ülkelerden avukatlarım, bu saatten sonra Amerika’da adil bir yargılama süreci yaşayacağıma sıfır ihtimal veriyorlar. Bu saatten sonra kamuoyu nezdinde bu kadar işlenmiş bir davada adil yargılanma ihtimalimi çok düşük görüyorum.
Ne yapacaksınız? Hayat boyu kaçak mı yaşayacaksınız?
Gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. 28 Şubat sürecini yaşadık, “Bin yıl sürecek” dediler; üç dört yıl sürdü. Çamur üzerine ev inşa edemiyorsunuz, bir noktada çöküyor. Yapmaya çalıştıkları şey bir noktada ortaya çıkacak.
Bu süreçte Flynn’le yahut eski CIA başkanıyla hiç görüştünüz mü?
Yargı süreci nedeniyle hiç görüşmedik. Ortak savunma sözleşmemiz oldu ama iletişim avukatlar üzerinden yürüdü. Bizzat görüşmedik. Eski CIA başkanıyla da eylül 2016'dan beri hiç görüşmedik.
Size açılan dava Flynn’in dava sürecinden sonra mı gerçekleşti? Oradaki sıralama nasıldı?
Aslında bu soruşturmaya Flynn de dahildi. Bu davada bir nevi sanıktı ama sonra itirafçı olduğunu söylediler ve sanıklıktan tanıklığa doğru bir evrilme söz konusu oldu.
Flynn’in Bijan Kian aleyhine ifade vermesi bekleniyordu ama vermedi değil mi?
Evet, aleyhimizde ifade vermesi bekleniyordu. Davadan iki üç hafta önce avukatlarını değiştirdi. Sanırım eski avukatları Flynn’i çok iyi temsil edemediler. Ne kadar doğru olduğunu bilemem ama yeni avukatı savcıya, “Müvekkilimin yalan söylemesini istiyorsunuz” dediğini basından öğrendik. Savcılık da bunun üzerine, Flynn onun duymak istediği şeyleri söylemeyince onu tanık listesinden çıkardı. Aslında bu davanın artık hiçbir temeli kalmadı, çünkü ellerinde iddialarıyla örtüşen somut bir delil yok. Jürinin bir adamı suçlu bulması için herhangi bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde suçlu olduğundan emin olmaları lazım. Burada hâkim defalarca delil yetersizliğinden bahsetti. Yegâne tanık dedikleri Flynn de tanıklık etmedi. Tabii o noktada savcı onu davaya yeniden tanık olarak eklemek istedi, ancak o noktada da hâkim izin vermedi. O açıdan olumlu bir gelişmeydi, fakat jüri kararıyla böyle bir sonuç alındı.
Peki, jüri sizce neden Bijan Kian’ın, dolaylı olarak da sizin suçlu olduğunuzu düşünüyor?
Ağırlıklı olarak savcılık tarafından seçilen 12 jüri üyesi bulunuyor. Bunlar hukuki uzman değil, bu da jüri sisteminin bir gerçeği. Bu dava kamuoyunda maalesef çok geniş yer buldu; en son baktığımda 1400 tane haber yayınlanmıştı. Bu haberlerin hepsi savcılığın iddiaları doğrultusunda yazıldı. Haliyle ortalama bir jüri üyesi zaten o mahkeme salonuna girdiği an bu davayla ilgili belli bir algısı oluşmuş oluyor. Bunu hukuk sistemi açısından çok sağlıklı bulmuyorum ama avukatlarım Amerika’nın hukuk sistemi konusunda bir görüş bildirmememi söylüyor. O yüzden burada noktalıyorum.
Jürinin bu kararında ABD’de FETÖ’yle ilgili daha pozitif, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgiliyse daha negatif bir algı olmasının etkisi var mıdır?
Bence çok büyük etkisi var. Zaten bu iddianameyi 17 Aralık’ta yayınlayıp, ilk duruşmayı da 15 Temmuz’a denk getirdiler. Bilinçli yapılıp yapılmadığını bilemem ama neticede o iddianamede bu tarihlerin öneminden bahsediliyor. İddianamede “hayırsever” olarak geçen o adamın 15 Temmuz’da darbe girişimi gerçekleştirdiği biliniyor. Bunun üçüncü yıldönümünde Fethullah Gülen’i mağdur göstermeye çalışan bir duruşma koyuyorsunuz. Bundan son derece rahatsızım ve Türk halkının da rahatsız olduğunu düşünüyorum.
"FETÖ PARMAĞI ÇOK NET GÖRÜLÜYOR"
FETÖ’cülerin bu dava sürecine etkisi oldu mu?
Bu dava, internette ve basında çıkan ve benim Türk hükümeti adına çalıştığımı iddia eden haberler sonucunda başladı. Soruşturma da sözde bu haberler üzerine açıldı. Amerikan Adalet Bakanlığı’nın FARA birimi bu haberler üzerine Flynn Intel Group’u arayıp, “Bu kişinin Türkiye hükümetinin uzantısı olduğuna dair iddialar var. Kendisiyle çalışıyorsanız FARA kaydı yaptırın” diye baskı kurmaya başladı. O yazıları kimlerin çıkardığına bakarsanız orada bir FETÖ parmağı çok net görülüyor. Neticede onlar yıllardır bu sistem içinde çalışıyorlar; bizden çok daha fazla para harcayarak lobi faaliyetlerinde bulunuyorlar, PR şirketlerine para ödüyorlar. Tabii onların yegâne amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni kötü göstermek. O çerçevede bu onlar için bir fırsat oldu. Seçim günü çok korktular. Düşünün; Fethullah Gülen olarak yıllardır Amerika gibi bir ülkede yaşıyorsunuz, bir şekilde rahatsınız, korunuyorsunuz. Hillary Clinton gibi birisini yoğun şekilde destekliyorsunuz ve anketlerde yüzde 90 seçilme ihtimali görülüyor. Ama seçim günü işin rengi değişmeye başlıyor. Bir yandan da, seçilecek olan kişinin bir sonraki güvenlik danışmanı olacağı belli olan kişi, “Fethullah Gülen örgütünün El-Kaide’den farkı yoktur” diye bir yazı yazıyor. Gülen herhalde orada yaşadığı süre boyunca ilk kez böyle bir korku hissetmiştir. Tabii onun acısını böyle çıkarmaya çalışıyorlar. Ona karşı bu tarz araştırmaların ne kadar büyük sorun yaratabileceğini hepimiz biliyoruz. Haliyle caydırmak amaçlı da yapılan bir şeydi.
Peki, siz burada Amerikan derin devletiyle Fethullan Gülen örgütü arasında birtakım bağlantılar seziyor musunuz? Sizce yargı sürecine direkt etkileri var mı?
Bu konuda yorum yapmam yanlış olur ama aslında herkes her şeyi biliyor. Neticede Fethullah Gülen önce vizesini alamadı, sonra kimlerin resmi olarak referans olup o vizeyi ona aldırdığı kamuoyu tarafından biliniyor. Eski CIA görevlileri referans oldu ve o yeşil kartı adama aldılar. Orada yaşadığı yerin izni de Clinton döneminde alındı. Yani belli bir desteğe sahip olduğunu galiba artık hepimiz biliyoruz.
Bu davanın sonuçlanması tam da ABD’yle ilişkilerin gerildiği bir haftaya denk geldi. Türkiye, S-400’leri teslim aldığı için F-35 programından çıkarıldı. İlişkiler bir anlamda yine biraz limoni. Sizce bu davaya etkisi olmuş mudur?
Hayır, bu davaya direkt etkisi olduğunu düşünmüyorum. Ama FETÖ’nün parmağının Türkiye-ABD ilişkilerini her yerde zehirlediğini görüyoruz. Oradaki okullar Amerikan devletinden teşvik alıyor. Devlet kendisi okul yapmamak için yatırımcılara öğrenci başına belli paralar ödüyor. Geçen sene 756 milyon dolar almışlar. Bunu sözde eğitim için kullanıyorlar. Eminim ki bir bölümü öğretmen maaşlarına gidiyordur ama o öğretmenlerin nasıl çalıştığını Türkiye’den biliyoruz. Sözde 5-6 bin dolar maaş alıyor görünüp bunun bir bölümünü örgüte iade ediyorlar. Bu 756 milyon doların en az 250 milyonu kendisini orada korumaya yönelik lobi faaliyetlerine siyasi angajman bütçesi olarak ve PR çalışmaları için harcanıyor. Bu çok ciddi bir bütçe ve o bütçenin tek amacı Türkiye’yi bir diktatörlük olarak göstermek. S-400, YPG ve Fethullah Gülen’in iadesi meselelerinde bu paralarla sürekli bir dezenformasyon yapılıyor. Ahval (News) gibi yayın kuruluşları var. Bunlar bazı gerçeklerin içine iki üç tane yalan yerleştirip bir süre sonra bu yalanların ana akım medyada kopyalanmasını sağlıyorlar. Sürekli bir zehirleme söz konusu ve buna aktif bir şekilde karşılık vermek zorundayız. Yoksa iki yakamız bir araya gelmez.
Peki, Türkiye bu anlamda kendini Amerikan kamuoyuna yeterince ifade edebiliyor mu?
Hayır, ifade edemiyor. Onların Türkiye’yi bir diktatörlük ve başarısız bir ülke olarak göstermek gibi belli bir stratejisi var. Taktiksel adımlarla o stratejinin içini doldurmuşlar. Bu adımları kimlerin atacağı, bütçelendirme belli; stratejilerini koordinasyon içinde uyguluyorlar. Biz o kadar organize olamıyoruz, çünkü büyük bir devletiz. Değişik çıkar grupları, değişik görüşler var; tek elden yönetilen bir yapı değiliz. Ama bu iş için aslında öyle bir şey gerekiyor. Bir merkezden koordinasyon içinde bu çalışmalara karşılık vermek zorundayız.
“Benim başaramadığım ve başımın belaya girdiği şeyi Türkiye Hükümeti daha doğru düzgün yapmalı” diyorsunuz.
Başaramadığımız bir şey olsaydı sizce böyle bir dava olur muydu? Demek ki bir şeyleri başarmışız ki rahatsız oldular.
"TÜRK HÜKÜMETİ AÇIKLAMAYI BİRAZ DAHA ERKEN YAPABİLİRDİ"
Bu dava Hakan Atilla davası kadar mühim bir dava olmasına rağmen Türk hükümeti genelde sessiz kalmayı tercih etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un bir açıklaması oldu ama arada geçen sürede pek bir şey duymadık. Neden?
Neden sessiz kalındığını bilmiyorum. Fahrettin Bey’in açıklamasında, “Amerika’daki yargı sürecine saygımızdan dolayı bugüne kadar sessiz kaldık” deniliyor. Ama bu sessizlik biraz yanlış anlaşılmaya vesile olmuş olabilir. Devlet açısından doğru bir karar da olabilir, çünkü bu süreçte birileri, “Türkiye yargı sistemimize müdahale ediyor” gibi bir söylem geliştirebilirdi. Duruşma öncesinde en azından bir açıklama yapılması isabet oldu, yoksa savcının eline çok önemli bir koz verilecekti; “Türkiye Cumhuriyeti zaten iddiaları yalanlamadı” gibi bir şey söylenecekti.
Türk hükümetine bir kırgınlığınız var mı?
Yok ama açıklamayı biraz daha erken yapabilirlerdi.
"O KADAR BÜYÜK BİR İŞADAMI DEĞİLİM"
Ekim Alptekin kimdir? Ailenizle, babanızla ilgili kafa karıştıran şeyler yazıyor. Sizden dinlemek isterim, aksi halde ortaya bir ajan profili çıkıyor! Nerede doğdunuz? Niye Hollanda’da büyüdünüz?
1977 Ankara doğumluyum. 1981 yılında Hollanda’ya taşınıyoruz. Babam Çalışma Bakanlığı üzerinden, bir danışman olarak 2 yıllık kadroyla gidiyor ve Dışişleri Bakanlığı’yla da bir koordinasyonu var. O dönem Hollanda hükümetinin Türk azınlığıyla ilgili danışmanlara ihtiyacı vardı. Babam eyalet düzeyinde danışman olarak 2 yıllık kadroyla gidiyor ama uzun süre kalıyorlar. Biz üniversiteye başlamadan önce, 90’larda annem ve babam Türkiye’ye dönüp emekli olarak İzmir’e yerleşiyorlar. Babam Mülkiyeli. Dedem hep, “29 Ekim Cumhuriyetin kuruluşu sebebiyle ismin Ekim” derdi ama TIP'li babam için tabii 17 Ekim Devrimi’yle ilgili bir anlam taşıyor. Babam 68 kuşağından, TİP'liydi. Allah’tan bugünleri görmedi, çok üzülürdü.
Nerede okudunuz? Amerika’ya nasıl yerleştiniz?
Hollanda’da bir nevi gurbetçi olarak büyüdüm. Ortaokul ve liseden sonra üniversiteyi de orada okudum. 2001’de hukuk ve ekonomi mezunu oldum. 2002’de Hollanda Meclisi’nde kısa bir staj yaptıktan sonra Amerikan Kongresi’nde 1 yıllık "fellowship" programı çerçevesinde çalıştım. O zaman Irak Savaşı hazırlığı vardı. Eylül ayında Kongre’de Dış İlişkiler Komitesi’nde çalışmak üzere gittim. 1 Mart tezkeresi dönemi vardı ve çok yoğun bir Türkiye gündemi söz konusuydu. AK Parti yeni iktidar olmuştu. Daha sonra tekrar Hollanda’ya dönünce önce mecliste sonra da Interpol'de Fransa'da çalıştım.
Interpol’de mi? O nasıl oldu?
Interpol uluslararası polis teşkilatı, orada çalışmak da polis olduğunuz anlamına gelmiyor. Ben orada bir nevi araştırma görevlisi olarak 1 yıllık sözleşmeyle çalıştım. O dönem Hollanda meclisinde çalışıyordum. 2004 yılında PKK terörü yeniden başlıyordu ve Interpol’de Türkçe bilmenin de avantaj sağlayacağı bir kadro açılmıştı. Ben de toplumsal konularla ilgili biri olarak ve biraz gurbette olmanın da verdiği psikolojiyle o kadroya başvurdum. Araştırma görevlisi olarak 1 yıl Terörle Mücadele Birimi’nde çalıştım.
Amerika’da olduğunuz dönemde Bush’la tanıştığınız, hatta Bush’un köpeğiyle vakit geçirdiğiniz gibi bilgiler yazıyor. O dönem Temsilciler Meclisi’nde ciddi ilişkileriniz olmuş muydu?
Komite’de çok güçlü bir milletvekilinin yanında çalışıyordum. Onun Beyaz Saray ziyaretlerine birkaç kere eşlik etme fırsatım oldu. Tabii niyetim Bush’la tanışmaktı ama onun odasına kadar giremedim. Ön odada benim milletvekilinin köpeğinin bekçiliğini yapıyordum. Bush’un köpeğiyle birlikte oynuyordu. Sn. Bush ile daha sonra 2005 yılında Hollanda'da tanıştım.
Kamuoyu sizi “Jetle künefe söyleyen işadamı” olarak biliyor. Nasıl bu kadar büyük bir işadamı oldunuz?
O kadar büyük bir işadamı değilim! (Gülüyor) Ramazan’dan dokuz ay önce biz gerçekten Mykonos’taydık. Ev sahibimiz künefeyi çok sevdiğini söylemişti. Benim zaten uçak şirketim var ve uçak bizi almaya geliyordu. Şoföre, “Lütfen gelirken kaptan künefe getirsin” dedim. O da sağ olsun, gitmiş küçücük 100 gramlık bir künefe almış. Bunu dokuz ay sonra neden çarpıtarak Ramazan ayında farklı şekilde yansıttıklarını biliyorum. O zaman da malum yapıyla ilgili çalışmalarım vardı. Bu benim Amerika’da bu tarz ilk girişimim de değil. Daha önce Ermeni lobisine karşı da bazı çalışmaları yönettim. O zaman da usulsüz para aktardığıma dair iddialar ortaya çıktı. Bu iddialarla belli derinliği olan bir yapının çıkarları örtüşmediği için bu bir soruşturmaya doğru gitmedi, çünkü orada da yanlış yaptığımız bir şey yoktu. Lobicilik ve PR angajmanı Amerikan sisteminin bir gerçeği.
Sonuçta nasıl para kazandınız?
2004’te Interpol’den sonra tekrar Hollanda’ya döndüm. Türkiye çok ciddi bir kalkınma sürecine girmişti. İnsanlar her yerde, “Türkiye’de ne oluyor? Orada ne iş yapabiliriz?” diye sorular yöneltiyordu. Bir süre sonra bu insanlara resmi danışmanlık çerçevesinde hizmet vermeyi düşündüm ve Inovo şirketini kurdum. Birkaç müşterim oldu, biraz para kazandım. Sonra havacılığa yatırım yaptım ve o iş biraz büyüdü. EA Havacılık adlı şirketime ilk uçağımı aldım. Amerika’daki bir fabrikayı iflastan satın aldık, daha sonra Sikorsky’ye sattık. Ondan sonra da burada bazı gayrimenkul yatırımlarına girdim. Bu dönemlerde hep STK boyutunda veya başka şapkalarla toplumsal angajmanımı sürdürdüm. Bu benim için yeni bir şey değil ve beni tanıyanlar da bunu biliyor.
“Ama devlet adına çalışan bir ajan değilim” diyorsunuz.
Kesinlikle değilim!
Peki, niye böyle bu türden ilişkilere giriştiniz?
Liseyi Hollanda’da okudum. Küçüklüğümden beri toplumsal olaylara karşı duyarlıyım. 2004 yılında Fransa’da Interpol’ün genel merkezinde terörle mücadele biriminde çalıştım. O zamandan beri bu örgütün özellikle emniyet içindeki faaliyetlerini takip ediyordum ve ülkemiz için çok tehlikeli buluyordum. Bu doğrultuda bu yapının canavarlaştığını, ülkemiz için büyük bir risk olduğunu biraz erken görenlerdenim. Darbe girişimi gerçekleştiğinde Türkiye-ABD İş Konseyi başkanıydım. TAİK, ikili ilişkiler açısından kurulmuş ve daha önce Mustafa Koç gibi isimlerin başkanlığını yaptığı bir iş konseyi. Ekonomik ilişkiler deyince aklımıza yalnızca ticaret geliyor ama siyasi ilişkiler bozulduğunda ticaret de gelişmiyor. Amerika’yla ilişkilerimizde kamuoyunun da bildiği YPG gibi birtakım engeller var. Ama benim açımdan asıl sıkıntı verici olan, Fethullah Gülen’in orada bu kadar rahat şekilde faaliyetlerini sürdürüyor ve korunuyor olması ve Amerikan kamuoyunun bu örgütün Türkiye’de neler yaptığını bilmemesi. Ergenekon sürecinde yüzlerce suçsuz insan hapis yattı. Amerika’yla ilişkileri iyileştirmek, bu yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak için FETÖ’nün ne olduğunu Amerikan kamuoyuna anlatmamız gerektiğine inandım. Hâlâ da inanıyorum...
YORUMLAR
Yorum Yap