Murat Ülker Davos’u yazdı: Kapıdaki krize dikkat!
"Fiyatların inip çıkması kriz değildir. Fiyat artar ve mal bulunamıyorsa gerçek sorun başlar. Örneğin gıda bulunmamaya başlarsa çok ciddi sorun olur, çünkü gıda insan hayatıdır."
- | Son Güncelleme:
- | Patronlar TV
pladis Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, “Bu yıl her şey denk geldi, nasip oldu Ali Ülker Bey’le birlikte Davos 2022ye katıldık” diyerek Davos izlenimlerini kaleme aldı.
İş insanı Murat Ülker, kendine ait internet sitesinde yayınladığı “Yoksa Davos’a Geç mi Kaldık’ Dedim Ama… Dünya Tarım ve Anti-Tröst Örgütleri Kurulmalı” başlıklı yazısında, “Yediğin içtiğin sana kalsın, sen gördüklerini anlat’ denir ya, işte ben de dinlediklerimi anlatıp yine size faydalı olmaya çalışayım diyorum” ifadelerini kullandı.
Murat Ülker, yazısının “Global Yiyecek Krizini Önleme” ara başlıklı bölümünde, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Gıda güvenliği ve tedariğinin kapsayıcı, uzun dönemli ve sürdürülebilir bir yapıda dönüştürülmesi gerekiyor. Bunun için akıllı tarım sistemlerine yatırım gerekiyor. Afrika’da tarımdan elde edilen mahsulün üçte biri ziyan oluyor. Bu hem çiftçi hem devlet için çok büyük bir yük getiriyor. Bunu engellemek için tüm dünya ülkelerinin birlikte çalışması şart.”
İşte Murat Ülker’in yazısı…
Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum, WEF), merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde yer alan uluslararası bir vakıftır. 1971 yılından bu yana her yıl İsviçre'nin Davos kasabasında bu Forum toplantısı yapılıyor. Forumun kurucusu Cenevre Üniversitesi’nde işletme profesörü olan Klaus Schwab. Önce adı Avrupa Yönetim Forumu imiş, daha sonra 1987 yılında şimdiki adını almış.
İlk Avrupa Yönetim Sempozyumuna; Batı Avrupalı firmalardan 444 yönetici davet edilmiş. Daha sonra Dünya Ekonomik Forumu kâr amacı gütmeyen bir kuruluş haline gelerek Avrupalı iş liderlerini her yıl toplantılar için Davos'a çekmiş. Forumun amacı uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için bir platform sağlamak ve vizyon genişletmek iken, siyasi liderler foruma ilk kez 1974 yılında davet edilmiş. Forum bundan sonra, siyasi liderler tarafından tarafsız bir platform olarak kullanılmış. Davos’la ilgili çok sayıda rivayet var; kapitalist düzenin devamı için iş insanlarının illuminati tarzı bir örgüt oluşturduklarından, salgının dünya nüfusunu azaltmak için Davos’ta planlandığına kadar... İnanmak isteyen için her türlü dedikodu bol, sosyal ağ toplumunda inanılmaz zırvaların sayısı iyice arttı.
Her neyse, kaç yıldır “katılayım, şimdi gideyim, bu yıl tam sırası” derken hep başka bir iş çıktı, denk gelmedi Davos toplantısına katılmak; ama bu yıl her şey denk geldi, nasip oldu. Ali Ülker Bey’le birlikte Davos 2022’ye katıldık. Aynı anda 70-80’den fazla oturum vardı. Bu nedenle seçici davranmak gerekti. Bazı oturumlara Ali Bey katıldı, bazılarına ben katıldım, bazılarına da ikimiz birlikte katıldık. Açıkçası ilk gün “acaba online ve dijital dünyada Davos’un modası geçmiş mi?” sorusunu kendime sormadım değil. Ama 3 gün boyunca bir düzine panel, 40tan fazla panelist dinleyince, aralarda da sosyalleşme yemeklerine ve toplantılarına katılınca dedim ki “yok Davos hala diriymiş!”
Çok beğendiğim bölümlerden birini en önce yazayım. Bu “Gelecek On Yılın Ekonomisi” başlıklı akşam yemeği toplantısı idi. Toplantıyı London School of Economics and Political Science Üniversitesi, Kamu Politikaları Fakültesi Dekanı, Andres Velasco sundu. Her masaya bir konuşmacı oturtulmuştu, her konuşmacı ayrı millettendi. Velasco sırayla hepsine söz vererek, sorular sorarak toplantının çok verimli ve sıcak geçmesini sağladı. Benim seçtiğim masadaki sekiz kişi sekiz ayrı millettendi. Bu toplantıdan aldığım notlar şöyle:
Gelecek On Yılın Ekonomisi
Hükümetler kaçınılmaz bir şekilde akıllıca ve hızlı seçimler yapmak zorundalar. Neticede salgında başarılı olamadık. Tüm dünyada 6milyon kişi öldü, çok sayıda insan hastalığın sonuçları ile boğuşmak zorunda kaldı. Yaşanan korkular, endişeler, çaresizlikler de cabası oldu. IMF reçeteleri “faizleri arttır” der ama tedarik zinciri düzelmezse işler bozulur. Rusya- Ukrayna savaşı devam ederse global enflasyon olur, kriz olur ve gelişmekte olan ülkeler bundan ciddi zarar görür. Artık her şey çok hızlı ve çok büyük hacimde oluyor. İhtiyatlı davranmak ve “tersine düşünme” pratiği yapmak gerekir. Tabii şu andaki gelişmeler ticareti engelliyor, yatırım azalıyor ve resesyon ihtimali beliriyor. Çin 10 yıl %10, sonra %7 sonra %5 büyüdü, ve büyüme %2ye kadar düştü, acaba krize girer mi? Çin’in başarısı otoriter olmasına rağmen ekonomide devletçi yönlendirmeler yapmamasından kaynaklanıyor. Şahıs teşebbüslerine önem veriyor. Ancak covid’le birlikte Çin’de devletçi uygulamalar öne çıktı, eğer serbest pazar yerine ekonomide devletçi uygulamalara geçerse kriz çıkar. Tabi bu süreçte Çin kendi içinde çatıştı. Çinli elitler devletçi uygulamalara şüpheyle bakıyor. Bu ilk kez oluyor. Tek adam rejimi haliyle bir önyargı getiriyor. Bu bütün dünyada böyle, Putin’in uygulaması da farklı değil.
Prof. Stiglitz’in de yemekte söyledikleri ilginçti. Bizim ölçümlerimiz yanlış rakamlara bağlı, dedi; şöyle örnek verdi: “ABD’de insanların %60ı kendi evinde yaşar, ama geçim standardı rakamlarında ev kiraları vardır”. Bu nedenle ekonomiler arasında bu tür rakamlarda büyük fark varsa kaale alın, yoksa bakmayın diye uyardı. Faizlerin artması niye tedarik zincirini etkilesin ki, diye sordu! Tedarik zincirine yatırım yapılması lazım, ama faizi yükseltiyoruz, yatırım nasıl yapılacak?... Niye ABD’li çocukları fakirlik içinde yetiştiriyoruz. Çünkü herkes kendi parasını ödemiyor. Enflasyondan değil resesyondan korkarım. Düzgün vergi olmalı, çok uluslu firmalar vergilendirilmeli ve çevre vergilendirmesi yapılmalı.”
Diğer konuşmacıların notları; Sosyal ekonomiler, yeşil dönüşüm, yeşil yatırım önemli. Afrika’da 54 ülkede sera gazı etkisi %4 , bu ülkelerde iş ve istihdam artmalı. Gelecek 20 yılda bunlara ilave enerji lazım. Buralarda rakamlar aynı değil, sorunlar da aynı değil. Gelişmiş ülkeler 2009da Afrika’ya 100 milyar dolar yardım edeceklerini söylemişlerdi. Bugüne kadar 1 milyar dolar verdiler. Afrika size güvenmiyorum, diyor. Avrupalıların aşı fazlası sorunu vardı ve Afrika'ya gönderemediler, çöp oldu. Çok yönlü ve her seviyede aksiyon lazım. Düşük gelirli ülkeler nereden kaynak bulacak? IMF mi verecek, jeopolitik problemler ne olacak?”
Aşağıda katıldığım diğer panellerin kısa bir özetini aldığım notlara dayanarak vereceğim. Evet çok sayıda oturum, çok sayıda konu, çok sayıda panelist vardı ama kullanılan anahtar kelimeler birbirleri ile hayli benzerdi. Panelistlerin büyük çoğunluğu derslerine iyi çalışmışlardı. Bunun yanı sıra herkes ne yapılması gerektiğinin farkındaydı, ancak nasıl yapılacağı konusunda hala çok eksiklik var ve bunu açıkça kabul edenler mevcut. Çoğu panelist gelecek konusunda umutlu olduğunu söyledi, ancak bu umudun dayanağını yeterince ifade edemedi; belki de yeterli zaman yoktu. Yaşanılan krizlerin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin düşünce yapısını da birbirinden farklılaştırdığı aşikar. Globalleşme ile ciddi hesaplaşma başlamış ama globalleşmenin hatalarının tam bir analizi yapılamıyor, çoğunluk globalleşmeden vazgeçmek istemiyor. Herkes bir dönüşüm yaşanması gerektiğinin farkında, ve bu dönüşümün sancılı olacağını da biliyorlar. Yine de sorunlar masanın altına süpürülmüyor, bu iç açıcı; ama liderler bu sorunları temizlerken epey toz kalkacağının farkında gibiler. Seneye hangi ülkelerin temsilcileri Davos’ta daha çok öksürürse onların kalkan tozdan daha çok etkilendikleri görülür. Şunu ekleyeyim bazı düzeltilmesi gereken hususlarla birlikte ben globalleşmeden yanayım.
Katıldığım oturumlardan aldığım bazı notlar ve bunlara yönelik görüşlerim şöyle:
Globalizasyonun Geleceği
Ekonomi, teknoloji ve demografiler globalizasyonu destekleyen pozitif güçlerdir. Globalizasyon yoksulluğu azaltıyor. Hong Kong’daki yatırımcıların %50’si farklı ülkelerden. Batı ve Doğu’nun birleşip görevlerin net olarak tanımlandığı bir ekosistemin oluşturulması önemli. Bioyakıt ve hidrojen kullanımı arttığında globalizasyon artacaktır. Çünkü bu yeni enerji türleri işi altüst eder. Şu anda lojistik fiyatları artıyor, bu globalizasyonun sorunlu alanı, çünkü küçük ve orta ölçekli işletmeler için zor bir dönem. Nasıl çözüm üretiliyor göreceğiz. Bugün yaşananlar bir “dönüşüm” sürecidir, globalizasyondan geri dönüş değil.
Gelişen ülkelerin katılması büyük işgücü potansiyeli getirir piyasalara. Güneydoğu Asya ve Afrika’da hükümet güdümlü inovasyonların kimseye faydası olmuyor, aksine kaynaklar heba ediliyor. Hükümetleri inovasyon önderliğinden çekmeliyiz. P&G Avrupa Başkanı Loic Tassel: “5 milyar tüketiciye ulaşıyoruz. Globalleşmenin avantajlarından biri budur. Tüm tüketiciler aynı kaliteyi ucuza istiyor. Tüm tüketiciler daha iyi ürünleri ve sürdürülebilir çözümleri hak ediyorlar. Bunun için iş liderleri olarak ölçek ekonomisini gerçekleştirmek için eğitmek, iletişim kurmak ve güdüleyiciler sağlamak zorundayız” diyerek önemli bir noktaya değindi. Tedarik zincirinde globalleşme değil yerelleşme olacak, tüketimin olduğu yerde üretimin olması esastır artık. Çağrı merkezleri, yazılımcılar, e-ticaret, servisler yerelleşmeden paylarını alacaklar.
Global Yiyecek Krizini Önleme
Gıda güvenliği ve tedariğinin kapsayıcı, uzun dönemli ve sürdürülebilir bir yapıda dönüştürülmesi gerekiyor. Bunun için akıllı tarım sistemlerine yatırım gerekiyor. Afrika’da tarımdan elde edilen mahsulün üçte biri ziyan oluyor. Bu hem çiftçi hem devlet için çok büyük bir yük getiriyor. Bunu engellemek için tüm dünya ülkelerinin birlikte çalışması şart.
Dünyanın belli yerinde bazı yiyecekler var ki oradan elde edilmeleri şart. Mesela muz, dünyanın belli iklim bölgelerinde yetiştirilir, diğer bölgelere tedarik zinciri oluşturularak gönderilir. Bir nakliye şirketi alır ve dünyanın diğer yerlerine götürür. Bunun haricindeki ürünlerde de, örneğin ananas, hindistan cevizi, aynı şekilde global tüketici analiz edilerek nasıl alacağı düşünülür ve geriye doğru tedarik zinciri kurulur ve bunun için büyük şirketler oluşturulursa bir çözüm olabilir. Bugün böyle yapılmıyor, bu tür tüm dünyanın yararına olacak aksiyonlar, lobilere kurban ediliyor. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü gibi, global manada etkili politika yapacak bir Dünya Tarım Örgütü olmalı ve talepten başlayarak dünya tarım kaynakları tüm insanlığa yarayacak şekilde akıllıcı politikalarla kullanılmalıdır. Bugün var olan global tarım örgütleri arzdan başlayarak sorun çözmeye çalışıyorlar.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın Ekonomik Görünümü
Bu oturumda ilk şok sanki aynı özelliklere sahip bir ülke gibi algıladığımız MENA denilen bölgenin bir mozaik olduğunu, farklı bölgeleri içerdiğini anlamak oldu,. Zengini ve yoksulu var, etnik sorunu olan var, nasyonalisti var, kimi yiyecek ihraç ediyor, kimi ithal ediyor. Mısır’da enflasyon var, Suud’da zenginlik… MENA diye bölgeyi birleştirip, tek bir ülke gibi yönetmeye çalışmak tamam bir saçmalık anlayacağınız. Peki Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki sorun ne, niye bu bu ülkeler hızla gelişmiyor? Anlayış problemi var…
Buralarda mutlakiyet var, nasyonalistlik var, hür teşebbüs mantığı yok, oturmuş demokrasi yok. Halka kolaylık sağlamak için elektrik faturalarını düşürürler, sübvanse ederler ama insanları müteşebbis olmaya güdülemezler. Suudlar 70 Amerikan dolarına petrolün varilini sabitliyorlar. Bu güzel bir şey ama ne üretilecek, tasarruf edilen para nasıl yatırıma dönecek, o yok! Oysa herkes kendi menfaati için üretirse o zaman gelir artar, refah artar. Bu ülkelerde bir girişimi kamudan izin almadan başlatamazsınız. Türkiye de bu noktaya gelmek üzere, böyle devam edersek Türkiye kilitlenecek diye düşünüyorum. Avrupa’da da benzer bir durum var. Yeni sermaye girişini engellemek için eşikleri yükseltiyorlar, mevzuatı zorlaştırıp gelme diyorlar.
Mena’dakiler hizmet sektörüne ve dijitale yatırım yapmak istiyorlar. “Ata nal çakılırken görmüş kurbağa ayağını uzatmış” misali bir durum bu. Eğer ekonominde üretim omurgan yoksa üretmediğin halde neyin hizmetini kime sağlıyorsun. Önce katma değerli bir şey üretmediğin sürece gelişmek mümkün değildir. Tamam turizme yatırım yapıyorsun, eskiden bacasız sanayi denirdi, bir şey üretmiyorsan gelenlere ne satacaksın? Hükümetler halkın parası ile devlet kalkınma fonları kuruyorlar, büyük projeler yapıyorlar. Sonu verimsizlik ve hüsran oluyor, çünkü arkada hür teşebbüs iradesini teşvik edecek bir şey yok. Bu yüzden de hayal kırıklığı oluyor. Oysa bu parayı doğrudan millete dağıtsalar ve “balık tutmayı öğretseler” çok daha fazla fayda sağlarlar.
Bunlar gerçekleştirilirse bölgenin tam potansiyeline ulaşabilmesi mümkün. Bu bölgede ekonomik reform şart, yeni iş alanları yaratıyorlar ama yeterli değil, yatırımcılar için prosedürleri hızla basitleştirilmeli, stratejik projeleri hızlandırılmalı, öncelikli sektörlere odaklanılırsa tüm dünya bu bölgeden daha fazla yararlanır.
Demokrasinin Geleceği
Doğu ve Batı arasında giderek büyüyen fark demokrasinin geleceği için bir tehdit oluşturuyor ve gerçekten demokratik bir toplum yapısına ulaşmak için gelişmemiş/gelişmekte olan ülkelerin desteklenmesi gerekiyor. Aynı zamanda yeni gelişen sosyal ağlar insanların fikrini şekillendirmek/manipüle etmek konusunda etkili ve bu popülizme yol açıyor. Sosyal ağla sayesinde herkes kendi akvaryumunda yaşıyor, insanlar daha katı düşünen, bu düşüncelerinden vazgeçmeyen, bu düşünceler etrafında gettolar oluşturan bir yapıda yaşıyorlar. Bir şey Twitter’da TT olunca hakikat sanılıyor. Eskiden “batıdakiler esrar eroin kullanıyor, 5-10 seneye varmaz, bunlar yıkılır” deniyordu, sonra ne oldu... Zaten öyle yaşıyorlardı, özgürleşmenin getirdiği noktaya geldiler. Biz şimdi “Batının teknolojisi alıp ahlaksızlığını almayacağız” diyoruz. Ama sanal sosyal gettolar artık global, nasıl yaşıyorsan öyle oluyorsun.
Şimdi yaşayan çoğu insanın “gerçek demokrasi” ile henüz tanışmamış olması geleceğe dair var olan inancı zayıflatıyor ve demokrasiyi daha kırılgan bir noktaya indiriyor. Bu sorunların çözümü için kullanılan anahtar kelimeler “kapsayıcılık”, “insan ve değer odaklılık” olarak nitelendirildi. Aynı zamanda Ukrayna - Rusya savaşının bir demokrasi, özgürlük savaşı olduğu ve mutlaka kazanılması gerektiği de söylendi. Ama ben başka bir açıdan bakıyorum eğer gelişmişlik seviyeleri ülkeleri “merhametli” yapacak bir gelişmişlik seviyesine getirmiyorsa “demokratik olmayan, kontrolsüz güç” ülkeleri savaşa sürükleyebiliyor.
Global Vergi Sistemini Yeniden Hayal Etmek
Daha adil ve kapsayıcı bir vergilendirme sisteminin oluşturulmasının sürdürülebilir büyüme ve gelişme için bir gereklilik olduğu kesin. Bu yeni sistemin bir yardım etme girişimi değil, en temelinde adaletle ilgili olduğu düşünülüyor. Tabii ki burada adalet konusu da irdelenmesi gereken bir konu. "Kim kazanır, kim kaybeder? Ve bu dönüşüm ne kadar adil?” soruları mutlaka üzerine mesai harcanması gereken sorular.
Esas konu daha “çok” vergi almak değil, daha “iyileştirilmiş bir sistem üzerinden” vergi almaktır. Daha fazla vergi değil, işe yarar şekilde vergilendirmektir. Vergiyi zenginden almak iş değil. Vergi herkesin derdi olmalı, herkesi germeli. Global vergi anlayışı niye lazım? Para bir yerlere kaçınca kullanılamıyor. Oysa paranın şeffaf olması gerekiyor. Afrika’da, şu ülkede yeteri kadar vergi tahsilatı yok diyoruz. Halbuki burada servet transferi var, para başka ülkelere kaçıyor. Yerel finans sitemini desteklemiyor, üretime dönüşemiyor. Minimum global vergi olsa, genel mutabakat olsa… Zenginleri fazla vergilendirmek “vatandaş” kafasıyla makul geliyor, ama ekonomik olarak gelişme açısından düşünürseniz onları paralarını harcamaya, yatırım yapmaya özendirmek lazımdır. O zaman bir katma değer oluşur. Tamamıyla dijitaleşmemiş, kayıt altına alınmamış toplumlarda herkesin yararına olan çözüm sosyo ekonomik statüye göre kişi başı vergi sistemine geçmektir. Kaynakta falan vergiler kesildiği yerde kalıyor.
Emtia Şokunu Gidermek
Bugünkü duruma baktığımızda, yıkıcı bir fırtına için gereken tüm etkenlere sahibiz. Bugünkü emtia krizi son derece karmaşık bir durum ve ucuz emtia devri artık bitti. Gerçi her kriz bir fırsat olarak değerlendirilme potansiyeline sahiptir. Ancak bugün dünya tedariğini sürdürebilmek konusunda gerçekten büyük bir sorunumuz var. Gelişmiş ülkelerin panelistleri uzun vadede ayrışmanın (fragmantation) problemleri beraberinde getireceğini ifade ediyorlar; gelişmekte olan ülkelerin panelistleri bu ayrışmanın faydalı olacağını düşünüyorlar.
Ve bu oturumda da açıkça görülüyor ki serbest ticaret engelleniyor özellikle gıda ticareti. Oysa bu engelleme çok tehlikeli. Herkes her şeyi üretmeli ve çeşitlilik olmalı. Fiyatların yükselmesi o kadar sorun değil. Fiyatlar böylelikle tüm dünyada eşitleniyor. Örneğin kağıt, ambalaj fiyatları bizde %400 arttı, ama dünya ile eşitlendi. Gemi navlunları önce yükseldi sonra düştü ama taşımacılar seviyeyi korumak istiyorlar.
Aslına bakarsanız dünya emtia piyasalarında oligopolistik bir yapı vardır. Her emtianın (petrol, kağıt, gaz, maden vb) piyasası “seven sisters” diye anılan birkaç şirketin domine ettiği oligopolistik piyasalardır. Bir araya gelerek ortak akılla piyasayı kontrol ederler. Mesela, birkaç fabrika aynı anda bakıma girerse o sektördeki talep düşmüşse arz da düşeceği için fiyat düşmez, daha doğrusu düşmesine izin verilmez.
Nasıl böyle bir şey olabiliyor? Çünkü ülkelerin kendi anti-tröst yasaları ya da Avrupa Birliği’nin anti-tröst yasası var ama globalde, şirketleri kontrol eden bir anti-tröst yasası yok. Herkes her şeyi üretirse ancak bu yapılar kırılır. Orta gelirli ülkeler katma değerli emtia analizi yapıp bu piyasalara girmeliler ki oligopolistik yapıları kırsınlar.
Krizlerden fırsat çıkar. Koronavirüs krizine bakın, aciliyetten ne inovatif ürünler çıktı. Fırsatlardan yararlanmak için hem yatırım yapmak hem de teknoloji transferi lazım. Mesela elektronikte müthiş miktarda atık var, geri dönüştürülemiyor, ama bir şey de yapılamıyor.
Bir global krizde önce krizi çok iyi tanımlamak lazımdır. Fiyatların inip çıkması kriz değildir. Fiyat artar ve mal bulunamıyorsa gerçek sorun başlar. Örneğin gıda bulunmamaya başlarsa çok ciddi sorun olur, çünkü gıda insan hayatıdır.
Gelecek Salgına Hazırlanmak
“Özel sektörün katılımı, hastalıklarla mücadele için inanılmaz derecede önemlidir.” Panelin ortak aklı buydu. Bill Gates, salgınların erken tespit edilebilmesinin işin en önemli kısımlarından biri olduğunu vurguladı. Salgının 0 bölgesi en zorlu alan; daha endişe verici olan şey ise, dünyada beklediğimiz pek çok pandemi riskinin, ilk etapta bununla başa çıkmak için yeterli kaynağa sahip olmayan ülkelerde olmasıdır. Bu problemin aşılabilmesi için de sürece müdahale edebilecek ve hızlandırabilecek bir “küresel kapasiteye” ihtiyaç vardır. Pandeminin etkilerini insani ve ekonomik maliyet olmak üzere madalyonun iki yüzü olarak hep birlikte gördük. Bu yüzden artık kapsayıcı bir yapıda herkese yardım etmemiz gerektiğini anlamamız gerekiyor. Aksi taktirde bu ve benzeri problemler yine olmaya devam edecek. Şunu da iyi anlamamız lazım bölgesel karantina gibi önemler etkisiz kalıyor.
Kural şu: Kendini herkesten koruyacaksın, herkesi de kendinden koruyacaksın. Bu kişisel bir konu ve yeni salgınlar da ancak böyle önlenir.
Milenyum Nesli İşin Başına Geçti
Milenyum kuşağındakilerin katıldığı ilginç bir oturumdu. Paneli sunan bir portre fotoğrafçısıydı. Gayesi herkesi sarsmak ve yeniden düşünmeye teşvik etmekti. Katılımcılara değişik kelimelerin anlamlarını sordu. Korku ve umut,, dahil olmak mı ait olmak mı gibi… Sorulara verilen cevapların yaşanan olaylardan nasıl etkilendiği Ukrayna’dan katılan Uliana Avtonomova iyi bir örnekti; umut için, “liderler dahil insanların birlikte ve sevgiyle hareket etmeleri,” korku içinse, “Rusya’nın Ukrayna’yı ele geçirmesi” demesi ilginçti.
Bizde de milenyum nesli, işin başına geçti ya da geçmek üzere. Mesela büyük oğlum Yahya da onlardan biri. Onlar 9/11’i yaşadılar, global krizi yaşadılar, pandemiyi yaşadılar, şimdi de enflasyonu yaşıyorlar. Ama asla kötümser değiller, sorduğun zaman iyi olacak diyorlar
Kendilerini güvende hissedebilmek adına her şeyi geride bırakmayı göze alıyorlar. Bizim gibi sürekli çalışmak yerine tercihleri, “dur bir mola ver.” Kendilerine mentor (yön gösteren) arıyorlar. Yalnız kalmak istemiyorlar ama yalnız kalacaklarsa da buradan bir güç yaratmaya çalışıyorlar. Günlük bir rutinlerinin olması hoşlarına gidiyor. Mesela bu namaz kılmak olabilir. Karl Schwab’ın bir söz var: “Başarısızlık kendine verdiğin sözü tutamamandır!” Yeni nesil bu sözü benimsemiş görünüyor. Oturuma katılan Ganalı gence sordular: Nasıl seçildin buraya? Cevabı yine ilginçti: “Yeterince başarısız olduğum için! geldim”. Yani güçlü olmak için hatalarını anlamanın, onları düzeltmeye çalışmanın önemli olduğunu biliyor milenyum kuşağı. Hatalara reaksiyon vermenin güçlülük olduğunu düşünüyorlar? Zayıf değil, dirençli olmak gerektiğini, bunun için de kendini tanımanın çok önemli olduğunu vurguluyorlar.
Uzun Vadeli Bakmak
Diğer oturumlarda savaşın bahsi “Rusya - Ukrayna Savaşı” olarak geçmişti. Bu oturumda ise savaş “Putin’in Savaşı” olarak etiketlendi. Uzağa doğru bakarken bugünü ve dünü kaçırmayan bir yapı kurmamız gerektiği vurgulandı. Bu vurgulamayı yapan da Atlantik Konseyi Başkanı Frederick Kempe idi. Kempe hükümetlerin bürokrasiyi ortadan kaldırıp kapasiteli ve yeterli olmaları gerektiğine de vurgu yaptı.
Dünyada bugüne kadar pek çok kriz oldu. 2019’da Avrupa Biriği’nde finansal kriz oldu, daha sonra Trump’ın ABD Başkanı olarak seçilmesi, daha sonra Brexit, daha sonra kovid salgını ve şimdi de Rusya-Ukrayna savaşı. Bu krizlere ne dünya toplumu ne de Avrupa toplumu hazırdı. Çünkü kimse sınırların dışında (out of box) düşünmüyor. Avrupa Birliği net değil, ne yapmak istediğini söylemiyor. Moldavya, Gürcistan; Ukrayna Avrupa Birliği üyesi olmak istedi, hiçbir başvuruya net bir cevap vermediler. Avrupa Birliği aksiyoner değil. Uzun dönemli düşünce ve politika fikrini yerleştirmek lazım, bunu işe insan seçerken bile yapmak lazım.
Yine aynı oturumda iş insanı Lily Shen, “uzun dönemli düşünmek lazım, ama herkes kendini düşünüyor. Oysa tedarik zincirinin adı iş birliği zinciri olmalı. Biz bunun için Future Foundation isimli bir vakıf kurduk. Global stratejileri nasıl uyarlar ve uygulamaya koyarız, bunun öğrenilmesi çok önemli” dedi. Gerçekten de tedarik zinciri olsun, katma değer zinciri olsun değişiyor. Sonuçta hükümetlerin hızlı aksiyon alması, akademik dünyanın da düşünceyi şekillendirmesi lazım. Artık büyük bir iş birliği yapılması gerekiyor, yoksa herkes kendi silolarında yaşar. Gelecek için güçlerin birleştirilip çoklu enerjinin açığa çıkarılması gerekiyor.
Özetle esneklik, çeviklik, hazır olmak, hesap verilebilirlik, kapsayıcılık ve sorumluluk oturumun anahtar kelimeleri idi. Çözümlerin çok paydaşlı çıkarımları içermesi ve kapsayıcı olması gerektiği ve karar vericilerin değişen koşullara adapte olabilmesinin ekonominin büyümesi açısından son derece hayati olduğu vurgulandı. Diğer oturumlarda özel sektör - devlet ikilisinin koordineli bir şekilde çalışması gerektiği ifade edilirken, bu oturumda akademi, devlet ve özel sektörün birlikte çalışmasının kritik olduğundan bahsedildi. Çünkü çok sayıda bilinmeyen, çok sayıda değişken anlamına gelir, bu yüzden farklı bakış açılarına sahip olmak bir elzemdir, dendi.
Global Yoksulluğun Üstesinden Gelmeyi Yeniden Düşünmek
Gelişmekte olan ülkelerin temsilcileri kendi halklarının potansiyeline inanıyor. Diyorlar ki “bize gerekli araçları sağlarsanız, biz de gerekeni yapabiliriz”. Bu noktada yerli halkın tavsiyelerinin alınması da fırsatlar adına önemlidir. Kapsayıcılık ve inovasyon oturumun gündemindeydi. Kapsayıcılık için mutlaka çocukların eğitim alma hakkı üzerinde yoğunlaşılması gerektiği söylendi. İnovasyonların ve yatırımların sürdürülebilir başarıya ulaşabilmesi için ise vatandaşların verilerini kayıt altına alabilen bir dijital altyapının var olması gerekiyor. Yoksulluğun bitirilmesi için hayata geçirilecek tüm uygulamaların “büyümeye” ket vurmaması hayati öneme sahip.
Bangladeş yoksulluğun üstesinden gelmekte iyi bir örnek. Bu ülke çok fakirdi. Bangladeş Doğu Pakistan’ın bir bölümü idi. 1970lerin başında ise ayrı ülke oldular. Karl Schwab’ın yine bir söz var: Devir kapitalizm değil, yetenek (capability) devridir. Bir ülkenin asıl sermayesi insanlarının yetenekleridir. Bangladeş de böyle düşünmüş. “Biz fakir bir ülke de olsak insanlarımızın bir meslek sahibi olmalarını sağlayabilirsek faydalı bir iş yapmış oluruz” diye düşünmüşler ve böylece başarıya ulaşmışlar. Bu her ülke için önemlidir.
Yaşam süreleri uzuyor. İnsanların emekli olunca ne yapacaklarını iyi düşünmek lazım.
Biri fakirse diğerinin zenginliği tehlikededir.
Biri çalışmak isteyip iş bulamıyorsa diğerinin işi tehlikededir.
Bu yüzden insan sermayesine yatırım yapmak gerekir. Özellikle dijital enformasyonu eğitimde kullanmak ve fırsat eşitliği yaratmak gerekir.
Davos Dünya Ekonomi Forumu'na katılan IMF Başkanı Kristalina Georgieva son gelişmeler üzerine önemli açıklamalarda bulundu, “düşünülemeyeni düşünün” dedi. IMF Başkanı şunları söyledi:
2022'nin zor bir yıl olacağını düşünüyoruz. Birçok ülkede emtia fiyat şoku yaşanıyor. Özellikle dikkatinizi çekmek istediğim şok, geçen haftaki tarım fiyat şoku. Çünkü bu belki de ekonominin daha zorlu sulara girdiğinin işareti.
Yakıt/Petrol fiyatları indi ancak gıda fiyatları yükseliyor, yükseliyor, yükseliyor. Büyüme yavaşladığında petrol kullanımını yavaşlatabiliriz ancak her gün yemek zorundayız. Mantıklı fiyatta gıda bulabilme anksiyetesi küresel olarak zirvede.
Savaşla birlikte enflasyonu körükleyen düşünülemez şokların olabileceğini öğrendik. Bu anlamda şoka daha yatkın bir dünyada yaşadığımız yönünde ders aldık.
Üst üste gelen krizlerin ardından alabileceğimiz ders şu; düşünülemeyeni düşünün. Ekonominin durdurulması düşünülemezdi. Avrupa'da bir savaş ortaya çıkana kadar düşünülemezdi. Kaç kere daha düşünülemeyecek durumlar meydana gelecek?
İki önceliğimiz var; birincisi artan gıda ve enerji fiyatları altında ezilen toplumun en yoksul kesimlerini sübvanse etmek. İkincisi de Ukrayna’daki savaş nedeniyle en büyük zararı gören iş kollarına destek olmak.”
Davos 2022 toplantısı küreselleşme için kaçırılmış bir fırsattı
Joseph Stiglitz (*), 1 Haziran 2022 The Guardian
Dünya Ekonomik Forumu'nun iki yıldan fazla bir süreden sonraki ilk toplantısı, benim 1995'ten beri katıldığım birçok Davos konferansından önemli ölçüde farklıydı. Fark sadece Ocak ayının parlak kar ve berrak gökyüzünün yerini çıplak kayak pistleri ve çiseleyen yağmurla kasvetli bir Mayıs ayının alması değildi.
Aksine, geleneksel olarak küreselleşmeyi savunmaya kararlı bir forumun, öncelikle küreselleşmenin başarısızlıklarıyla ilgilenmesiydi: bozulan tedarik zincirleri, gıda ve enerji fiyatları enflasyonu ve milyarlarca insanı Covid-19 aşısı olmadan bırakan, birkaç şirkete milyarlarca dolar ekstra kar fırsatı sağlayan bir fikri mülkiyet (IP) rejimi.
Bu sorunlara önerilen yanıtlar arasında “reshore” (üretimin ülkeye dönmesi) veya “friend- shore üretimi” (Biden’ın ortaya attığı üretimin birkaç dost ülkede yapılması kavramı) ve “ülkenin üretim kapasitesini artırmaya yönelik sanayi politikaları”nın yasalaşması yer alıyor. Herkesin sınırları olmayan bir dünya için çalıştığı günler geride kaldı; aniden herkes, en azından bazı ulusal sınırların ekonomik kalkınma ve güvenliğin anahtarı olduğunu kabul ediyor.
Bir zamanlar şartsız küreselleşmenin savunucuları için bu yüz seksen derece dönüş , bilişsel uyumsuzlukla sonuçlandı, çünkü yeni politika önerileri paketi, uluslararası ticaret sisteminin uzun süredir devam eden kurallarının yıkılacağını ima ediyor…
YORUMLAR
Yorum Yap