Murat Ülker: Niye baba duası anne duasından daha kıymetlidir derler?
İş insanı Murat Ülker, Babalar Günü münasebetiyle, konuyla ilgili tecrübe ve düşüncelerini aktardığı bir yazı kaleme aldı.
- | Son Güncelleme:
- | Patronlar TV
pLadis Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, Babalar Günü vesilesiyle, bu özel günün onda çağrıştırdığı duyguları, tecrübe ve düşüncelerini aktardığı bir yazı kaleme alarak kişisel internet sitesinde yayımladı.
Murat Ülker'in yazısı şu şekilde:
BABA DUASI MI, ANA DUASI MI? HANGİSİ DAHA MAKBULDUR, NİYE ACABA?
"Babalar ve oğullar arasındaki ilişkiler hep bir tartışma konusudur. Bence babalar için gereken, çocuklarla hayatı birlikte yaşayıp onlara örnek olabilmektir. Çocuklar için gereken ise, vakit varken, onlar daha hayatta iken, babalarına danışabilme fırsatını kaçırmamaktır. İnsan, babasından ailesinden gördüğünü uygulamaktan kendini alamıyor. Babalar ister istemez çocukların rol modeli, hatta bazen aşmaları gereken rakipleri oluyor. Babalar olarak bizim görevimiz yol göstermek ama önemli olan bizim çocuklarımıza ne dediğimiz, nasıl davrandığımız değil, önemli olan onların dediklerimiz, yaptıklarımıza karşı ne anladıkları, nasıl hissettikleri; bir de onların davranışlarının bize hissettirdiği… Biz onlarla açık iletişimi öğrendiğimizde oluşan pozitif atmosfer, aile içi ilişkileri çok geliştirici oluyor.
Biz babalar olarak çocuklarımız için endişeleniyoruz, bu endişeyle onların kararlarına müdahale etme ihtiyacı içinde oluyoruz. Ama kendimizi kontrol etmemiz gerekir. Bir şekilde onlarında kendi kararlarını uygulamalarına, hata yapsalar da, bu hatalardan ders almalarına, ibret çıkarmalarına izin vermemiz gerekiyor.
Tüm bunları örnekler vererek ve tecrübeleri aktararak işledim Babalar Gününde.
Buyurun okumaya…
Çünkü; nedrette, yani az olanda kıymet vardır. Babalar çocuklarını hayata hazırlarken bazen dualarında seçici olabiliyorlar. Annelerle babalar arasındaki fark bu işte, hepimiz biliriz ki, anneler çocuklarına her durumda haddinden çok cömert davranırlar.
Babalar ve oğullar arasındaki ilişkiler hep bir tartışma konusudur. Bu konu birçok romanda, filmde işlenmiştir. Bunlar çok çeşitlidir, kiminde baba iyi örnektir, kiminde çocuklarını terk etmiştir. Bazılarında çocuklar hayırsız çıkar, babaları kahreder, bazen de baba ve oğul sulh içinde yaşarlar, birbirlerine destek olurlar. Elbette hepsinin hayatta karşılıkları mevcut.
Bence babalar için gereken, çocuklarla hayatı birlikte yaşayıp onlara örnek olabilmektir. Çocuklar için gereken ise, vakit varken, onlar daha hayatta iken, babalarına danışabilme fırsatını kaçırmamaktır. Bunları tecrübeme dayanarak yazıyorum. Çok şükür benim babamla olan ilişkim böyleydi, şimdi de elimden geldiği kadarıyla çocuklarımla böyle bir münasebet kuruyorum. Babam sanki biz yetkiliymişiz gibi işlerini bazen bize sorduğunu ve buna çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Şaşırmakla birlikte, ona doğru cevabı verebilmek için de çok uğraşırdım. Demek ki babam böyle yaparak, sabırla adım adım öğretirmiş bize yaşamayı!
Şimdi biz de ailemizde gündemli toplantılar yapar, hatta tartışır, kararlarımızı hep beraber alırız. Bazen çocuklar soruyor, “toplantı yapmayacak mıyız” diye. Bizim evde çocuklar, küçüklüklerinden itibaren ne zaman ne yiyecekler, ne giyecekler, ne alışveriş yapacaklar gibi konularda kendileri karar verdiler. Tabii bunda eşimin pedagog olmasının çok yararı oldu. Şimdi büyüdüler, kendi kararlarını kendileri vermeyi yaşayarak öğrenip, bunu bir hayat tarzı haline getirince üniversite hatta iş hayatına adaptasyonları kolay oldu.
İnsan, babasından ailesinden gördüğünü uygulamaktan kendini alamıyor. Babalar ister istemez çocukların rol modeli, hatta bazen aşmaları gereken rakipleri oluyor. Ben mesela ailemin üçüncü çocuğuyum. Ben büyürken babam ev ve araba sahibi oldu. Durumumuz iyiydi ama imkanlarımız kısıtlıydı. Mesela yerli muz çok nadir, o da turfanda değilse yenirdi. Daha sonra da böyle yaşamaya devam ettik.
Bizim çocuklarımız da tasarrufu, kısıtları öğrendiler. İsraf etmemeyi, harçlıklarını bütçelemeyi becerdiler. Çocuklar küçükken babalık biraz daha kolay oluyor da, gençlik dönemlerinde onlara rehber olmak daha güçleşiyor, iş hayatına girdiklerinde ise, hele dijital dünyanın hızla değişen şartlarında bazen onlar size rehberlik ediyor!
Hatırlarım denize olan tutkum babamı biraz korkutmuştu. Ben gençken deniz macerama kiralık sandalla başlamış, kürek çekerek pazu sahibi olduktan ancak bir sene sonra motorlu sandal için babamdan izin çıkmıştı. Üniversiteye girince de, balıkçılık ve denizi bırakıp, tekneyi satıp, sermaye yapıp, o zamanın üniversitelilerine yakışır şekilde ortaklı bir kitabevi açmış, üstüne bir de arkadaş kazığını tatmış, batmıştım. Babam bana, bütün bunları yaparken, yıllar içinde hem engel, hem de destek olmuştu. Bense, adım adım hayatı öğreniyordum. Bugün bile hala şaşıyorum bazen yapageldiklerime, malum akacak kan durmaz!
Babalar olarak bizim görevimiz yol göstermek, ama önemli olan bizim çocuklarımıza ne dediğimiz, nasıl davrandığımız değil, önemli olan onların dediklerimiz, yaptıklarımıza karşı ne anladıkları, nasıl hissettikleri; bir de onların davranışlarının bize hissettirdiği… Biz onlarla açık iletişimi öğrendiğimizde oluşan pozitif atmosfer aile içi ilişkileri çok geliştirici oluyor.
Yazı buraya gelince Fatma Barbarosoğlu’nun 2016da yazdığı bir yazıyı anımsadım. (https://www.yenisafak.com/yazarlar/fatma-barbarosoglu/babalarin-ogullardan-yana-zor-imtihani-2029671) Barbarosoğlu Beşir Ayvazoğlu‘nun “Saatler, Ruhlar ve Kediler” adlı eserine dayanarak Mehmet Akif Ersoy’un oğlu Emin ile imtihanını anlatıyordu…
Altı çocuğu olan Mehmet Akif’in oğuldan yana imtihanı büyük oğlu Emin’dendir.Adını Emin koyduğu oğlu ile ilk sorunu oğlunun kolaylıkla yalan söylemesidir. Halbuki birbirinden ayrılmayan bir baba oğul ilişkisi vardır. Milli Mücadele döneminde Burdur ve Biga milletvekili olan Mehmet Akif bir emekli maaşından bile mahrum olarak 1923, 1924, 1925 kışını dostu ve hamisi Abbas Halim Paşa’nın yanında Kahire’de geçirir. Babasının yokluğunda Emin uygunsuz arkadaşlar edinip içki ve esrara alışır.
Mehmet Akif oğullarına çok iyi bir eğitim vermiştir. Emin de çok iyi Arapça ve İngilizce bilmektedir. Çok iyi bildiği Arapça 1934 yılında hayatının akışını değiştirecektir. Kur’an’dan ayetler okuyup tefsir ettiği için irtica suçlamasıyla tevkif edilip Divan-ı Harb’e verilir. Kur’an tefsir ettiği için mahkum olan Emin, terhis olduktan sonra berduş olur, para için hamallık yapar. Emin Ersoy,1939 yılında akıl hastanesine sevk edilir. Bir ara hayatı düzene girer, evlenir. Lakin uzun sürmez, 1966 yılında eşini kaybedince kendini yeniden içkiye ve esrara verir. Bir kaç ay daha akıl hastanesinde kalır, taburcu edildikten sonra Tophane’de terk edilmiş bir kamyonun içinde yatıp kalkmaya başlar…
Aile bireyleri neden birbirine uzak düşmüştür? Neden erkek kardeşi Tahir ve kız kardeşleri, enişteleri Emin Ersoy ile ilgilenmemiştir? Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Emin için, talihsiz bir çocuk deyip geçmeli miyiz yoksa aile terbiyesine rağmen meşrep ve mizacın zamanın ruhu ile buluşan yönleri üzerine mi kafa yormalıyız? Neticede Emin hem irtica, hem de firar suçundan mahkum olmuştur.
Evet çok acıklı ve düşündürücü bir öykü ama Tevfik Fikret ve Mehmet Akif kutuplaşmasında İslamcılar Haluk’un papaz oluşunu eleştiri konusu yapmış lakin Mehmet Akif’in oğlunun esrarkeşliğini görmezden gelmiştir. Oysa ibret çıkarılamayan geçmiş, sorun üretmeye devam edecektir.
Biz babalar olarak çocuklarımız için endişeleniyoruz, bu endişeyle onların kararlarına müdahale etme ihtiyacı içinde oluyoruz. Ama kendimizi kontrol etmemiz gerekir. Bir şekilde onlarında kendi kararlarını uygulamalarına, hata yapsalar da, bu hatalardan ders almalarına, ibret çıkarmalarına izin vermemiz gerekiyor.
Bunu babamla olan tecrübelerime dayanarak söylüyorum. Mesela Çizi ürünümüz çok tutmuştu ve talebi karşılamak için üretimi artırmamız gerekmekteydi. Çizi tesisinden bir tane daha yapmamız gerekiyordu. Fakat makinenin en önemli aksamı otomatik besleme kısmıydı. Yenisini yerli yapmak için söktük parçalarına baktık. Aynısını yapmak için o zamanın parasıyla 90 bin lira gerektiğini hesapladık. Yani epeyce pahalı bir rakam. Asıl makine paslanmaz çelikten yapılmıştı. Biz tasarruf edebilmek için demirden yaptık ve krom kaplattık. Babam da ne olacak diye bizi izliyor. Bu çalışmaları yaptığımız sıralarda, Sabri Bey’e bir mektup geldi. Atölyede çalışan bize yakın bir emektar ustamız yazdığı mektupta, … parası şu kadar tutuyor, bu çocuk seni batıracak Sabri Bey haberin var mı? diyor.
Sabri Bey bana sordu, ben; “Usta haklı, robot çalışmazsa para kaybederiz. Ama kaybın az olması için şöyle şöyle yaptım. Ayrıca çalışmaması için bir neden yok.” dedim. Gerçekten yaptık, çalıştı. Sonra o robottan birkaç tane daha yaptık ve üretimimizi artırdık. Eğer babam o emektar usta gibi düşünse bu asla olmayacaktı. Çocuklar babalarının onlara güvendiği ölçüde ilerleyebiliyorlar.
Önemli olan çocukları dinlemek, anlamak, onların da bizi dinlemesini ve anlamasını sağlamak. Onlar büyüyünce de sıkı bir arkadaş hatta dost olmak. Çaresi açık iletişim; hissedileni paylaşmak, hissettiklerini sormak, kendin için beklediğin özeni onlara da göstermek. Bu Babalar Günü gelmişken bunları sizlerle paylaşayım dedim. Hatalarımdan öğrenmemi, dinlemeyi, çocuklarıma iyi birer arkadaş olmamı sağlayan babam Sabri Ülker’i bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Rabbim bizleri cennetinde buluştursun."
YORUMLAR
Yorum Yap