Ünlü iletişimci ölümden döndü! Bir fındık yedi, gitti-geldi
Medya sektörünün yakından tanıdığı, deneyimli iletişimci Deniz Kalendergil, bir fındık yüzünden ölümün eşiğinden döndü...
- | Son Güncelleme:
- | Patronlar TV
Medya sektörünün yakından tanıdığı, deneyimli iletişimci Deniz Kalendergil, başından geçenleri şöyle anlattı...
NEFES ALIYORSAN UMUT DA VAR PARA DA
Evet, sevgili okurlarım. Bu hafta size ölüm ile yaşam arasındaki incecik çizgiden söz edeceğim… Bu çizgi o kadar ince ki; illa ölüme yaklaşmanız için, silaha, topa, tüfeğe gerek bırakmıyor. Fındık kırıntısı bile bazen, ışığa sizi o kadar yaklaştırıyor ki; sadece o anı yaşıyor, çaresizlikle boğuşuyor, eğe şansınız varsa hayatta kalmayı başarıyorsunuz. Aksi halde, yeşil yolda yürümek bile işten değil… Haftaya karamsar başlamayalım elbette, ama ya karamsarlık bazen ansızın üzerimizde dolaşıyorsa. Tıpkı bende olduğu gibi…
Bir süredir şehir dışında olan ve henüz gelmiş kıymetli eşimle evimizde güzel bir aile saadeti içerisineyiz. Oradan buradan laflayıp dururken, bir yandan hasret gideriyor diğer yandan ise güzel bir film izleyip, sohbetimizi filmin akışı ile süslüyoruz. Tabi koyu sohbet ve keyifli bir film atıştırmalıksız gitmez değil mi? Hava sıcak, içimizi ferahlatalım diye bardağımız su doluyor, soğuk çay boşalıyor. Tabi bir de olmazsa olmazımız fındık! Eşim kırıyor, ben ayıklıyorum; birlikte yiyoruz. Tadı o kadar güzel ki fındığın; Karadeniz’in eşsiz lezzetini damarlarımıza kadar hissediyoruz.
Özlemişiz tabi birbirimizi; ortamımız da güzel… Derken, ne oldu ise o arada oluyor. Eyvah ki ne eyvah! İnci tanesini kıskandıracak büyüklükteki fındık kırıntısı, kalk sen nefes boruma kaç! Mini minnacık parçacık, oldu mu sana dev bir boğa yılanı? Ahtapot gibi kollarını boğazıma dolamış; boğuyor beni; boğuluyorum… Elim ayağım titriyor, göz bebeklerim dışarıda… Bildiğin zombi filminden fırlamış gibi, salonun ortasında oradan oraya koşturuyor, nefes almak için çırpınıyorum…
Bir ara kendimi pencereden aşağıya sarkanken buldum. Bağırmak ile nefes almak arasında bir yerdeyim. Işığa o kadar yakınım ki; elimi uzatsam kolumu kaptıracağım kesin... Her yanımı bir korku sardı, nefes alamıyorum… Aralıklarla bir tıslama geliyor boğazımdan, ama nafile, yok yani. O anlar “Bu kez sonum geldi” diyorum… Hayatım film şeridi. Başrolde ben ve en karakteristik rolümü oynuyorum. Suflörüm ise eşim Demet… Sırtıma vuruyor, ama bir türlü ona yanıt veremiyorum. Arkama geçip göğüs hizamdan baskı yapıyor, beni hayata döndürmek için, ama yok, olmuyor. Gücü yetmiyor beni döndürmeye…
Çaresiz ve kaygılı... Eşim getiriyor, ben içiyorum. Bildiğin su ile kanalı açmaya çalışıyorum. O ara kaç bardak su içtiğimi bile hatırlamıyorum. Bu kadar çabaya rağmen parçacık yapışmış boğazıma bırakmıyor beni… Eceli gelmiş deli danalar gibiyim. Bir an kendimi salondan mutfağa attığımı hatırlıyorum… Bir parça somun ekmeğini bir çırpıda atıyorum ağzıma ve bir iki döndürüp yolluyorum kanala… Faydası oluyor biraz, ama kendimi kurtarma çabası sırasında boğazım tahriş etmişim.
Parçacık yoğun mücadeleme karşılık vermiş ve pes etmiş, ama ben hala varmış gibi hissediyorum. Sakin olmaya çalışarak, bu kez nefes kontrolü yapmaya başlıyorum. Kısık sesli soluyorum hayatı o an. Uzun uzun değil, saniyeler kadar… Henüz vakti değilmiş ölmenin, deyip, nefes aldığım için bir kez daha şükrediyorum…
Evet sevgili okurlarım. Yaşadıklarımı hissiyat olarak ne kadar yansıtabildim sizlere bilemiyorum, ama hani derler ya hayat iki nefesten ibaret. Biri doğarken diğeri ölürken… Kesinlikle öyle. Buna bizzat şahit olan biriyim artık. Nefes alıp verdiğin müddetçe varsın. Her sabah uyandığında hayatı soluyorsan, inanın bana para da var, umut da var, sağlık da var, aşk da var… Yeter ki; kıymetini bilelim… Ölüm ne kadar basit ise, hayat bir o kadar güzel… Sağlıcakla kalın…
Olay Medya
YORUMLAR
Yorum Yap