TÜSİAD Başkanı Kaslowski: Tüketim ve yatırımların canlanması için öncelikle güven tesis edilmeli
TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, ekonomide tüketim ve yatırımları canlandırmak için güven ortamının oluşturulması gerektiği uyarısını yaptı.
- | Son Güncelleme:
- | Patronlar TV
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Simone Kaslowski, Yeni Ekonomi Programı'nda (YEP) oldukça iddialı hedefleri olan bir program ortaya konulduğunu söyledi.
'Finansal Metamorfoz ve Geleceğe Dönüş' temasıyla düzenlenen 10. İstanbul Finans Zirvesi'nde konuşan Kaslowski, ekonominin geçen yıl son derece zorlu bir sınavdan geçtiğini kaydetti.
Ekonomik nedenlere çok da bağlı olmayan bir diplomasi sorunu nedeniyle ciddi bir kur şoku yaşandığını aktaran Kaslowski, "Normal koşullar altında böyle bir olayın bir ekonomik krize ya da küçülmeye neden olmaması gerekirken, biz geçmiş yıllarda biriktirdiğimiz bazı kırılganlıklar nedeniyle önemli zorluklar yaşadık" diye konuştu.
Kaslowski, bu krizin bir yandan ekonominin aslında düşünüldüğünden çok daha dayanıklı olduğunu da tüm dünyaya gösterdiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Diğer yandan da bize kendi eksiklerimizi ve zayıflıklarımızı görme vesilesi yarattı. Başarılı bir ekonominin göstergesinin yalnızca yüksek büyüme olmadığı, büyümenin sürdürülebilirliğinin ve sağlıklı bir şekilde finanse edilmesinin de aynı derecede önemli olduğu konusunda artık sanırım hepimiz hem fikiriz. Küresel krizden bu yana dünyada oluşan bol ve ucuz finansman döneminde ülkemiz yüksek büyüme iştahı ile yatırımlara hız verdi."
'TL FİNANSMAN İMKANLARININ GENİŞLETİLMESİ GEREKİYOR'
TÜSİAD Başkanı Kaslowski, 2001 krizi sonrası bankacılık sisteminde yapılan reformlar ve kamu maliyesindeki disiplin anlayışı ile ekonomide zaten önemli bir güven oluştuğunu belirterek, "Eskiden kamuya akan finansman artık reel sektöre yönelmişti. Böylece şirketler bankacılık sistemi üzerinden finansmana rahat erişim sağladı" dedi.
Küresel krizden sonra özellikle yatırım için kullanılan finansmanın, ucuz ve uzun vadeli olduğu için döviz cinsinden gerçekleştiğini aktaran Kaslowski, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Aslında riskler de işte bu aşamada birikmeye başladı. Kurda belirli bir düzeyde istikrar olacağı varsayımıyla yapılan hesaplar küresel faizler yükselmeye başlayınca maalesef tutmadı. İçeride düşük seyreden faiz ve dışarıda değişen koşullara zamanında ayak uyduramama, sonuçta hem enflasyonun hem de faizlerin artmasına neden oldu. Türk lirası önemli ölçüde değer kaybetti. Özkaynak yerine sürekli krediyle büyüyen, kur riskini iyi yönetemeyen şirketler için zorluklar başladı. Reel sektördeki zorluklar elbette bankacılık sektörüne de yansıdı. Bugün geldiğimiz noktada hikayeyi nereden ele alırsanız alın, finans dünyasının, reel sektörün ve politika yapıcıların çıkarmaları gereken dersler var. "
Kaslowski, bazı noktalarda gelişmenin, daha istikrarlı bir ekonomi için şart olduğuna işaret ederek, TL finansman imkanlarının genişletilmesi gerektiğini söyledi.
Uzun vadeli, düşük maliyetli, kendi para birimi cinsinden finansmana ihtiyaç duyulduğunu dile getiren Kaslowski, "Bunun en temel koşulu da düşük tek haneli ve hatta yüzde 5’in altında enflasyonun kalıcı olarak sağlanmasıdır. Bu durum öngörülebilirliği artırarak, hem finansman maliyetlerini aşağıya çekecek, hem de zaman içerisinde tasarruf sahiplerinin daha uzun vadeli yatırımlara yönelmesini sağlayacaktır." şeklinde konuştu.
'HAK ETTİĞİMİZ ÖLÇÜDE YATIRIM ÇEKEMİYORUZ'
Simone Kaslowski, Türkiye'ye gelebilecek veya ülkede yapılabilecek pek çok yatırımın başka ülkelere kaydığını belirterek, "Hak ettiğimiz ölçüde yatırım çekemiyoruz. Devalüasyonun maliyetler üstündeki etkisine ve verilen cazip teşviklere rağmen bunu görüyoruz. Dünyada bugün çok ciddi bir parasal genişleme dalgası daha var. Almanya, Fransa, Hollanda gibi Avrupa'nın merkez ülkelerinde eksi faizler görünüyor. Kayda değer bir süre daha bu durum devam edecek" diye konuştu.
Bu dönemde şeffaflaşmayı artırarak, piyasa ekonomisini tüm unsurlarıyla uygulayarak ve hukuk sistemindeki eksikleri onararak açılan fırsat penceresinden geçilmesi gerektiğini vurgulayan Kaslowski, bu doğrultuda, şeffaflık konusunda ve yapısal alanlarda atılan tüm adımları desteklediklerini anlattı.
Kaslowski, finansman kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Çok güçlü bir bankacılık sektörümüz var ve onlarla gurur duyuyoruz. Ancak artık başka piyasalardan da kaynak bulabilmeliyiz. Sermaye piyasalarımız bankacılığın yanında maalesef çok zayıf kaldı. Tabii bunun çok çeşitli nedenleri var ama burada da fiyat istikrarını sağlamak öncelikli. Bu yüzden enflasyonla mücadeleyi kısa vadede her şeyin önüne koymamız gerekiyor." diye konuştu.
Kaslowski, piyasa etkinliğini bozmadan yatırımcıyı koruyan güçlü hukuki alt yapıyla yatırımcının kafasında soru işareti bırakmayan bir düzene ihtiyaç duyulduğunu vurgulayarak, yatırımcıların ülkede, uyuşmazlıklarını rahatlıkla çözebileceklerine inanmalarını istediklerini anlattı.
Bütün bunların hızlı çalışan, finansal konularda uzmanlaşmış, bağımsız adil bir yargı sistemine olan ihtiyacın büyüklüğünü ortaya koyduğunu dile getiren Kaslowski, "Dolayısıyla yargı reformunu da finans dünyası için oldukça kritik görüyoruz" şeklinde konuştu.
Kaslowski, güçlü kurumlara sahip olmanın güveni pekiştiren bir başka unsur olduğunu belirterek, "Piyasa düzenleyici özerk kurumlarımızın etkinliği ve bağımsızlığı başta olmak üzere liyakat kriterlerinin esas alınması son derece önemli" dedi.
Hızlı ve yürütmeyle uyumlu çalışan kurumlara ihtiyaç olduğuna dikkati çeken Kaslowski, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Diğer yandan kurumların bağımsızlıkları üzerine düşebilecek en ufak bir şüphe tüm finans sistemimizi derinden yaralamaktadır. Bugün Türkiye’nin risk primi niye bu kadar yüksek diye baktığımızda maalesef öne çıkan faktörlerden birinin kurumlarımızla ilgili genel kanaat olduğu görülmektedir. Oysa bugün iş dünyamız yalnızca iç pazarda değil, küresel pazarlarda daha büyük aktör olmak için kıyasıya bir rekabet içerisinde.”
'GELECEK YIL İÇİN İÇ TALEP ÇEKİŞLİ BİR BÜYÜME ÖNGÖRÜLÜYOR'
Kaslowski, geçen hafta YEP'in açıklandığını anımsatarak, "Oldukça iddialı hedefleri olan bir program ortaya konulmuş" dedi.
Gelecek yıl için iç talep çekişli bir büyüme öngörüldüğünü aktaran Kaslowski, şunları kaydetti:
"Sonraki yıllarda ise teşvik ve politikalar ile Türkiye’yi cari dengeye oturtan, yani dış açığını sıfırlayan bir senaryo çizilmiş. Öncelikle sanayi odaklı, verimliliği artırmak suretiyle rekabet gücümüzü artıracak bir programa mutlaka ihtiyacımız olduğunu belirtmek isterim. Zira, ancak verimlilik temelli bir büyüme finansal istikrarı tehlikeye atmadan sürdürülebilir. Bilineceği üzere verimlilik, nitelikli eğitim, yüksek teknoloji ve girişimcilik olgularının bir arada bulunduğu ortamlarda gerçekleşebilir. Bu durumda uygulanacak programın ne pahasına olursa olsun ithal ikamesini değil, verimliliği ön planda tutması esastır."
Korumacılığın zaten tehlikeli bir şekilde yükseldiği günümüzde, Türkiye’nin de böyle bir yola girdiği izlenimi vermesinin kimsenin yararına olmayacağını aktaran Kaslowski, şunları kaydetti:
"Hem aynı yöntemlerin bizim ihracatçımıza uygulanmasına hem de yatırımcıların ilgisinin AB içerisindeki başka lokasyonlara kaymasına neden oluruz. Aynı çerçevede, sektörel ve bölgesel teşvik mekanizmaları rekabeti artırıcı olarak tasarlanmalı ve mutlaka etki analizleri yapılmalıdır. Tüm iş ve yatırım ortamı düzenlemeleri başta iş dünyası olmak üzere tüm paydaşlar ile şeffaf ve etkili bir diyalog ile geliştirilmelidir.
Bu kapsamda YEP'in uygulama planlarının oluşturulmasında ve uygulama aşamalarında tüm unsurlarımız ile katkı vermeye hazır olduğumuzu tekrar belirtmek isterim. Geçen yıl yaşadığımız daralma sonrası tüketim talebi, bugün düşen faizlerle beraber bir miktar canlanacaktır. Ancak yüksek işsizlik oranları talebi halen aşağıda tutuyor. Yatırım iştahı ise hem düşük iç talep hem de yavaşlayan Avrupa ve dünya ekonomisi nedeniyle maalesef zayıf seyrediyor."
Tüketimi ve yatırımları canlandırmak için öncelikle güven tesis edilmesi gerektiğini vurgulayan Kaslowski, "YEP’in etkili uygulanması, toplumun benimsediği bir yapısal reform programının açıklanması, kurumların güçlenmesi, yargı reformunun hayata geçmesi, AB üyelik hedefini doğrultusunda ilerleme, özgürlük alanlarının genişletilmesi yönünde atılan adımlar güveni tesis edecek, böylelikle ekonomi canlanacak, dolarizasyon azalacak ve büyüme normal seviyesine gelecektir. İşte böyle bir ortam İstanbul’u gerçekten bir finans merkezine dönüştürme gücüne sahiptir" değerlendirmesinde bulundu.
YORUMLAR
Yorum Yap