Yavuz Canevi: Türkiye'de en kıt kaynak, karar verme yeteneğidir

İş yaşamının yarısını devlette diğer yarısını da özel sektörde geçiren Yavuz Canevi, deneyimlerini aktardı.

  • | Son Güncelleme:
  • | Patronlar TV

Dünya'dan Doğan Selçuk Öztürk'ün röportajına göre Yıllarca Ankara’da kamuda geçen mesailerinin ardından özel sektöre geçerek -kendi tabiri ile- İstanbul’dan Ankara’ya bakışı öğrenen Canevi, 82 yıllık yaşamı için “ömrüm öğrenmekle geçti” diyor.

 Yavuz Bey, sizi tanıyabilir miyiz? 60 yıllık iş hayatınıza neler sığdırdınız?

Seksen iki yaşındayım. Ömrüm öğrenmekle geçti. İş hayatımın yarısı devlette, yarısı özel sektörde... Baba evimde sevgiyi, saygıyı, disiplini, tevazuyu ve Cumhuriyet çocuğu olmanın ne demek olduğunu öğrendim. Eğitimci bir aile içinde yetiştiğim için çok mutluyum. Yatılı okullarda, Konya Lisesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, paylaşmayı, dayanışmayı ve yetinmeyi öğrendim. Yatılı okumasaydım böyle bir kazanımım olmayacaktı diye düşünüyorum.

#reklam#

Yaklaşık beş sene süren yurt dışındaki lisansüstü öğrenim yıllarımda rekabeti öğrendim. Direnmeyi de... Çünkü kıt kaynaklarla oralarda yaşıyorsunuz, aynı zamanda kendinizi ispat etmek durumunda kalıyorsunuz. Araştırmayı, en önemlisi kütüphanelerde araştırma yapıp ödev yazmayı öğrendim. Sorgulamayı biraz üzülerek söylüyorum oralarda öğrendim.

Maliye müfettişliği dönemimde -bunu övünerek söylüyorumdevlet denen o kompleks yapıyı tanıdım. Onun için kendimi şanslı addediyorum. Sonra Merkez Bankası yıllarım geldi. 1976-86 yılları arasındaki dönemde parayla tanıştım ve paranın gücünü gördüm. Paraya imza attım tabiri caizse. 1986-1989 yılları arasındaki Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı dönemimde devletin parasının nasıl harcandığını ya da nasıl harcanmaması gerektiğini öğrendim. Orası politik baskılara açık bir yerdi ve orada devletin parasına sahip çıkmayı öğrendim.

Son otuz yılda da özel sektör mensubu olarak İstanbul’dan Ankara’ya bakmayı öğrendim. Ankara’dan İstanbul’a bakış farklı, İstanbul’dan Ankara’ya bakış farklı, bana ikisi de nasip oldu. İkisinin arasında bir denge sağladığımı zannediyorum.

ANLATIYORUZ AMA İKNA OLMUYORLAR

Bürokrasi döneminizden anılarınızla başlayalım mı?

#reklam#

Bildiğiniz gibi 24 Ocak kararları Türkiye’nin dışa açılmasında, liberalleşmesinde önemli bir dönüm noktasıydı. Biz bürokratlara bu dönüşümü yurt dışı gezilerde tanıtma, Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini anlatma ve tabii ki yurt dışından kredi sağlama misyonu verilmişti. Bir IMF toplantısı sırasında Özal, New York’ta Amerikan Basın Kulübü ile bir araya gelerek bir konuşma yaptı. Salon gazetecilerle doluydu. Soru cevap kısmına geçildi. Sorusu olan var mı diye sordu. Etrafa bakındım, daha kimse parmağını kaldırmadan ben varım dedim. O sırada Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı idim. Şaşırdı Turgut Bey. Hayrola buyur Yavuz Bey dedi. “Efendim, bize buradaki bütün bankacılar aynı soruyu soruyor. Cevabımız onları pek ikna etmiyor” dedim. Nedir o soru dedi. “Turgut Özal varken bu programın bir anlamı oluyor, yarın Turgut Özal giderse bu programı siz sürdürebilecek misiniz?” diyorlar. Elimizden geldiğince anlatıyoruz ama ikna olduklarına kani değiliz. Buyurun siz anlatın, sizden sonra ne olacak dedim. Önce bir sessizlik, sonra da bir gülüşme oldu. Turgut Özal da tabii kıvrak zekasıyla anlattı. “Bu iş millete mal olmuştur, bürokrasiye mal olmuştur. Temelleri sağlamdır.” Hiç unutmuyorum o şaşkınlığını. Bugün bile nasıl, hangi cesaretle yaptım bilmiyorum.

Merkez Bankası döneminizden gülümseyerek hatırladığınız bir hatıranızı anlatabilir misiniz?

Merkez Bankası’nda Almanya’da çalışan işçilerimize yönelik bir Dresdner Bank hesabı vardı ve işçilerimize tasarrufl arını Türkiye’ye aktarsınlar diye yüksek faiz verirdik. Dresdner Bank’la bir anlaşmamız vardı. İşçilerimiz paralarını Dresdner Bank’a yatırır, o paralar Merkez Bankası hesabına geçer, biz de işçilerimize normalde Almanya’daki Deutsche Mark faizi yıllık üç ise yüzde beş-yedi faiz verirdik. Dresdner Bank da aldığı risk karşılığında toplanan paranın yüzde ellisini mevduat olarak elinde tutar, bize yüzde üç faiz verirdi. Kontrgaranti gibi topladığımız paranın bir kısmı orada dururdu.

#reklam#

O yıllar yetmiş sente muhtaç olduğumuz yıllardı. Bir ara petrol faturalarını bile karşılayamaz haldeydik. Çok sıkışmıştık. Başbakan Demirel “Ne yapın edin bir kaynak bulun” dedi.

Otuz-kırk milyon dolar tutarında petrol almak zorundayız ülke olarak. O zaman daha başkan yardımcısıydım, Allah rahmet eylesin Osman Şıklar başkandı. “Dresdner Bank ile görüşelim. Kontrgaranti olarak tutulan miktardan elli milyon Marklık bir bölümü serbest bıraksınlar. Biz onlara başka türlü teminat verelim ama şu petrol olayını halledelim” dedik. O hesaplara bakan Türk dostu bir direktör vardı. Adını bugün bile unutmuyorum, Bay Orth. Yarı Türkçe de bilirdi ve Türkiye’yi çok severdi. Temmuz veya Ağustos ayıydı. Ofisini aradık, dediler ki Bay Orth izinde. Nerede? Türkiye’de. Adam meğer Şile’yi çok severmiş. Her yaz Şile’ye gelirmiş çoluk çocuğuyla. Osman Bey bana “Yavuz atla Şile’ye git. Bay Orth’u bul ve konuyu kendisine anlat” dedi. Hızla Şile’ye ulaştım. Kaldığı moteli sordum öğrendim. Gittim. Dediler ki plajda ailesiyle. Öğlenin sıcağı. Ben kravatlı, takım elbiseliyim, mayolu insanların arasından yürüyerek sahile gittim. Orth’u buldum. Beni görünce ayağa kalktı. “Mr. Canevi ne yapıyorsun burada?” dedi. Dedim seni arıyorum. Anlattım derdimizi. Yarım saatte telefonla derdimizi halletti ve biz o krizi bu şekilde atlattık. Ama benim takım elbiseyle plajda insanlar arasından gidip de mayolu Orth’u bulmam görülmeye değer bir manzaraydı. Sağ mı bilmiyorum; Allah selamet versin Türk dostu bir insandı.

Bankacılara uyarı niteliğinde olacak başınızdan geçen bir olayı anlatabilir misiniz?

#reklam#

Zor zamanlarda birtakım “uyanık” yabancılar Türkiye’ye de gelir, bazı politikacıları etki altına alırlar. Derler ki “Size şu kadar kredi bulalım, bizi Merkez Bankası Başkanı ile, Maliye Bakanı ile tanıştırın.” Biz bu tür teklifl eri elimizin tersiyle iterdik. Arkasından bir şey çıkmazdı çünkü. Bir gün Sayın Demirel direkt bana telefon etti. O zaman Merkez Bankası Başkan Yardımcısıydım. “Yavuz Bey çok güvendiğim yakın bir dostum Türkiye’ye bir milyar dolar kredi bulmuş. Lütfen kendisine yardımcı ol, bunu da kimse bilmesin, aramızda kalsın.” dedi. Peki dedim. İşaret ettiği kişiyle görüştüm. Bana dedi ki “Çok güvendiğimiz bir dostumuz Türkiye’ye bir milyar dolar kredi bulacak, şartlarını bilmiyorum ancak sizi görüştürmek istiyoruz.” Nerede görüşeceğiz? Fransa’da. Nasıl görüşeceğiz? Siz atlayıp gideceksiniz, size bir adres ve telefon numarası vereceğiz. Cannes’da bana bir adres verdiler. Osman Bey ile de görüşüp onay aldım ve yola koyuldum. İlgili kişiyle bir ofiste buluştuk. Oda hep koca koca klasörlerle doluydu. Adam klasörleri gösterip “Bu Ekvador’un dosyası, onlara bir milyar bulduk. Bu Panama’nın dosyası, bunlara beş yüz milyon dolar bulduk.” diye anlatıyordu. Sonunda baklayı çıkardı ağzından ve bizden kredi görüşmeleri için yetki istedi. Bu numarayı biliyordum. Şöyle ki, işte bilmem şu şirkete Türkiye Cumhuriyeti’ne bir milyar dolar kredi bulmak üzere yetki verdik diyeceğiz, onlar da aldıkları yetki belgesi ile gidip banka banka dolaşacaklar. Kendi komisyonlarını da ilave edip kredi arayacaklar. Bu tür bir teklife hazırlıklıydım. Dedim ki “Tamam. Biz bu belgeyi size veririz ama siz önce bize bu paranın varlığını bir İsviçre bankasından teyit edin.” Ondan sonra bir daha o adamı ne gördüm ne de kendisinden bir ses çıktı. Böyle dönemlerde ortaya çıkan bu tip insanlar konusunda çok dikkatli olmak lazım.

Özel sektör tecrübenize dair bir anınızı dinleyebilir miyiz?

#reklam#

Ankara’daki yapıyla anlaşamayıp Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcılığına kaçtım 1979-81 arasında. Garanti Bankası o tarihlerde Koç ve Sabancı ortaklığındaydı. Bankadaki birinci haftamda bir mesaj geldi. Dediler ki Rahmi Koç’un sizden bir ricası var. Nedir? O tarihlerde Dünya Bankası Türkiye’ye yılda 300-400 milyon dolar civarında program kredisi verirdi. Rahmi Bey program kredisi hakkında bir not istiyor sizden dediler. Ankara’dan yeni gelmiştim. Elimin altında her türlü bilgi ve rapor vardı. Oturdum 15-20 yirmi sayfalık güzel bir not hazırladım. Zarfl ı dosya içerisinde Rahmi Bey’e gönderdim. Ertesi gün Rahmi Bey’den bir not geldi. “Yavuz Bey benim bu raporu okuyacak vaktim yok. Bana iki sayfalık özet not gönderir misiniz?” O zaman kafama dank etti ki özel sektörde olay başka türlü dönüyor. Hakikaten Rahmi Bey’in o notu benim özel sektörde rehberim oldu. O notu bugün bir hatıra olarak saklıyorum. Allah sıhhat versin, kendisiyle ne zaman görüşsek o günleri yad ediyoruz.

"Türkiye'de en kıt kaynak, karar verme yeteneğidir"

İktidarın sevapları siyasete, günahları bürokrasiye yazılır. Siz nasıl bakıyorsunuz bu duruma?

#reklam#

1980’lerin başlarında Türkiye Odalar Birliği Ankara’da bir konferans dizisi hazırlamıştı. Başkan Ali Coşkun beni de konuşmacı olarak davet etmişti. Konuşmama bir fıkrayla başlayacağım dedim. Moskova’da bir kutlama töreni sırasında yabancı bir devlet başkanı ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi Sekreteri Brejnev yan yana oturuyorlar ve merasimi seyrediyorlar önde. Askeri araçlar, ağır mekanize birlikler, füzeler vs geçiyor, askerler rap rap rap yürüyorlar. Yürüyüş kıtasının en sonunda bir bölük siyah takım elbiseler içinde kravatlı adam da rap rap rap yürüyorlar. Misafi r devlet başkanı soruyor: “Yoldaş bu öndekiler tamam da, arkadakiler kimler?” Brejnev cevap veriyor: “Onlar bizim bürokratlarımız. Onların tahrip gücü öndekilerden fazladır.” Odalar Birliği’nde bunu anlatınca bir kahkaha patladı. Tabii hava yumuşadı. O gün bugün ne zaman Ali Bey’i görsem şu fıkrayı bir daha anlatsana der. Turgut Özal, “Türkiye’de en kıt kaynak, karar verme yeteneğidir. Bürokratın icabında karar verecek cesareti kazanması lazım” derdi. Bizler o havada hakikaten rahat bürokratlık yaptık o dönemde ve bürokratlığın keyfine vardık tabiri caizse.

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yapılmamış.İlk yorum yapan sen ol...

Yorum Yap

Bu Alan Boş Bırakılamaz
Bu Alan Boş Bırakılamaz
Yorum Yapma Şartlarını Kabul Etmediniz